90 yıl sonra Lozan!
Dün, Lozan Andlaşması’nın imzalanmasının 90. Yıldönümü idi... Belli başlı gazetelerin hiçbirinde Lozan’la ilgili haber yer almadı. Bir iki istisna dışında yazı yayınlanmadı. Cumhuriyet gazetesi, eski yıllarda verdiklerine kıyasla yok hükmünde sayılabilecek bir haberi birinci sayfadan veriyordu. “Lozan Kahramanı” İnönü’nün torununun dikkatini Başbakan’ın Lozan mesajlarında dedesinin isminin geçmediği çekmişti! Yeni Akit, Lozan konusunu en geniş ele alan gazete idi. Elbette “Lozancı”ların arzu ettiği tarzda değil!
Protokolün mesajlarını en azından ben göremedim. CHP’nin bir iki zayıf etkinlik haberi ile bir il başkanının ve elbette ADD’nin zayıf Lozan zaferi mesajları dışında Lozan’ın 90. Yılı unutulmuştu.
Peki 100. Yılda ne olacak?
Bunun cevabını, Lozan şudur, budur iddiaları değil, dünyanın gidişi verecek. Lozan anlaşmasının metni değişmiyor ama, bizim ona bakışımız aynı kalmıyor! Sebebi de, iddialarla gerçeklerin uyuşmaması. Bugün Türkiye’yi çevreleyen meselelerin temelinde Lozan var! Lozan’ın gerçek barış getirmediğini, aksine yüzyıllardır sürmekte olan barışı yok ettiğini artık yabancı ilim adamları söylüyor!
Peki bu zamanında fark edilmemiş miydi? Elbette 90 sene önce de gerçeği görenler vardı.
İşte Lozan’la ilgili neredeyse bütün temel iddiaların dayanaksızlığını haykıran bir memleket evladı. 2. Meclis’te Mersin Milletvekili olan Niyazi (Ramazanoğlu) Bey..
TBMM’de Hariciye komisyonu başkanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’in andlaşmanın tasdiki yönündeki konuşmasından sonra ilk sözü Mersin Meb’usu Niyazi (Ramazanoğlu) Bey alır.
Niyazi Bey, Adana-İçel bölgesinde hüküm süren Ramazanoğlu Beyliği hanedanından gelen, Mülkiye ve Hukuk mekteplerinde okumuş, araştırmacı bir şahsiyettir. Onun fransızca olarak yayınlanan Adana Vilayeti ile ilgili kitabı, hem Fransızlarla Ankara İtilafnamesi’nin hazırlanmasında yararlanılan, hem de Lozan Konferansı sırasında bütün yabancı delegelere dağıtılan önemli bir eserdir. Niyazi Bey, konuşmasında ağırlıklı olarak İskenderun, Antakya ve havalisi ile ilgili meseleleri ayrıntılı şekilde ele almakla beraber, andlaşmanın esası üzerine de ciddi tesbitlerde bulunmaktadır. Ona göre, bu andlaşma millî emellerimizi tamamen tatmin etmemektedir.
Lozan, Millî sınırlar dahilinde devlete tam bağımsızlık vermemektedir.
Bu andlaşma ile tarihî haklarımız bulunan ülke ve bölgelerdeki hukukumuzdan ve unvanlarımızdan feragat ettiğimizi, böylece Dünya savaşı mağlubiyetinden ötürü cezalandırılmak istendiğimizi belirtir. Lozan andlaşması şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini kapsamaktadır.
Niyazi Bey, ABD dahil batı devletlerinin, milletlerin kendi mukadderatına hâkim olacağı prensibini savunduklarını, fakat Osmanlı toprakları üzerinde bunun uygulanmasına, bizim de tasvibimizle, imkân verilmediğinin altını çizer. Halbuki, İsmet Paşa Lozan Konferansı’nın ilk döneminde, 23 Ocak 1923 tarihli celsede, «Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her hangi bir kısmı üzerinde hiçbir Devletin mandasını tanımıyoruz» demiştir. Buna göre, bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin etmelidir.
Bu andlaşma, İmparatorluğumuzun yalnız Türk olmayan bölümlerini bizden ayırmamakta, aynı zamanda oldukça mühim miktarda Türk nüfusun yoğun olduğu memleketleri de dışarıda bırakmaktadır. Niyazi Bey, uzun süren konuşmasını şu cümlelerle tamamlamaktadır: “Hulâsa (özetle) efendiler! Fikrimi bu noktada izah ettim. Hududumuz gayritabiîdir (sınırlarımız olağan değildir), tarafeyn (tarafların) münasebatı (ilişkileri) için iyi bir şekilde çizilmiş değildir, gayrimillîdir (millî değildir), gayricoğrafidir (coğrafî değildir), gayriiktisadîdir (iktisadî değildir). Hiç şerait-i iktisadiye (iktisadî şartlar) nazar-ı itibara (dikkate) alınmamıştır. Hiç mâkul esasa müstenit değildir (akılcı esaslara dayanmamaktadır), bunu bizzat Fransızlar ve Fransız gazeteleri itiraf etmektedir. O halde bu kadar zaferlerden sonra ve bu kadar kardeşlerimiz halâs (kurtuluş) ve saadet günlerini gördükten sonra bu sun’i (yapay, sentetik) hudut hâlâ ve hâlâ kalacak mıdır?”
“Efendim, fazla söz söylemeye tahammülüm kalmadı, yalnız bir şey diyeceğim. Bu Andlaşmanın bu şekli ile bence kabul edilmesi mümkün değildir. Hepinizin duygularına ve üzüntülerine vâkıfım. Hepiniz de benim duygularıma katılırsınız. Benimle hemhissiniz. Hemdertsiniz, ben üzüntülerimin giderilmesini sözleşmenin tamamiyle reddinde buluyorum.”
90 yıl sonra olduğu gibi, 100. Yılda da hatırlanacak sözler bunlar!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.