Yeni bir Atatürkçülük dalgası gelebilir mi?
Antalya’da bir belediye ‘Atatürk mezarlığı’ açmış...
Son günlerin deyimi ile “yaratıcı bir buluş”!
Atatürk’ün ülkemizin her yerinde sayısız okulları, caddeleri, üniversiteleri, hastahaneleri, parkları vs. vs. var. Atatürk adı verilmeyen kurum, kuruluş neredeyse kalmadı. İki istisna vardı: Birincisi cami, ikincisi mezarlık!
Mezarlık tamam, öyleyse camiyi de bekleyebiliriz!
“Atatürk mezarlığı”nın tepki çektiğini tahmin edebilirsiniz! Belediye’nin adverme beceriksizliği böyle bir sonuca yol açmış gibi görünüyor. Meğer Antalya’nın merkez Kepez ilçesinde ‘Atatürk mahallesi’ varmış. Oraya bir mezarlık açılınca, adını da mahalleye nisbetle verivermişler.
Maksat Atatürk’ün adını yaşatmaksa, çok da tuhaf değil bu. Atatürk’ün adını her yerde görünce seviniyorsak, doğumevlerine bile veriyorsak, mezarlıkda görünce niye tuhaf karşılayalım?
Neyse, asıl mesele bu değil. Türkiye, Lozan’ın yıldönümünü neredeyse hatırlamadı. Eskiden olduğu gibi okkalı kutlama mesajları yayınlanmadı, toplantılar yapılmadı, nutuklar atılmadı. Sadece CHP her halde Heybeliada’da -ve her ne hikmetse- bir etkinlik yaptı...
Lozan’ın tek parti dönemindeki yıldönümü kutlamalarını hatırlayanların sayısı azaldı elbette. O büyük tantanalar, şâşâlar neden şimdi tekrarlanmıyor? Sırf iktidarın siyasi görüşlerinden ötürü mü? Yoksa, Lozan’da çizilen çerçevenin bugünün Türkiyesine dar gelmesinden mi?
Atatürkçülük, içeride bir rejim ideolojisi olduğu kadar, dışarıda Avrupa’nın, daha açık söyleyelim, hırıstiyanlığın başbelası Osmanlıların, Türklerin düşman kamptan dost tarafa kazanılması anlamına geliyor. Osmanlı en kötü halinde bile, Avrupa için bir tehdit olarak görülüyordu. Türklerin hakanı, Osmanlıların sultanı, müslümanların halifesini temsil eden bir devlet... Burada “efendim şöyle böyle” demenin anlamı yok. Yani Türklerin çoğu onun tebası değildi, müslümanların çoğu halifeyi tanımazdı vs. Bunların elbette gerçeklik payı var. Yine de Osmanlı’nın elindeki kartlar, Avrupayı, hele de 21. Yüzyılın başında İngiltere’yi gerçekten tedirgin ediyordu.
Bu tedirginlikte, Milli Mücadele’nin sonradan uydurulduğu gibi, sırf vatanı milleti kurtarmak için değil, hilafet ve saltanatı kurtarmak için de yapılması, bunun güçlü bir dini arkaplanla desteklenmesinin önemli payı var. Anadolu’daki zafer, elbette silahlı güçlerimizce kazandı. Fakat o güçler dinî bir zeminden kuvvet aldılar. Dinî söylem, Milli Mücadele zafere ulaşana kadar hiç arkaplana düşmedi.
Zafer kazanıldıktan sonra elbette hava değişti. Bu hava değişiminin Lozan’la ilgisi birinci derecededir. Türkiye Lozan’da siyasi sınırlar için uğraştı, belli ölçüde sonuca ulaştı. Fakat Osmanlı mirasını tümden emperyalist devletlere terk etti. Osmanlı bakıyesi topluluklar üzerinde emperyalistlerin manda idaresi kurmasına onay verdi. Halbuki, İsmet Paşa, Lozan’ın başında, Türkiye dışında kalan Osmanlı bölgelerinde manda ve himayenin kabul edilmeyeceğini söylemişti.
Osmanlı arzındaki hukukumuz bir kalemde ortadan kalktı. Saltanatı kaldırmıştık, Lozan Konferansı ancak böyle başlamıştı. Hilafeti de kaldırdık, İngilizler LozanIı meclislerinde tasdik ettiler!
Atatürkçülük, birinci dünya savaşında kaybetmiş bir ülkeye, halka, mücadeleden sonra yapılan barışın zafer olduğu hissi uyandıran bir ideoloji idi. Bize göre bu bir savaş sonrası ideolojisi, bir mağlubiyet ideolojisi idi. Bunun en güçlü benzerini, 2. Dünya savaşından sonra Almanya’ya karşı uygulanan siyasette bulabiliriz. Almanlar savaştan sonra cezalandırıldı. Bu cezalandırma, nasyonal sosyalizmden arındırma adı altında, siyonizm propangandası idi.
Türkiye, bu cezalandırma ile 1. Dünya savaşından sonra karşılaştı. Cumhuriyet’ten onra uygulananları, işgalci güçler yapmaya kalkışsa idi, nasıl büyük isyanlarla karşılaşırdı?
Aslında hareket noktamız bu olmalı. Milli Mücadelede neler için savaştıksa, Cumhuriyetten sonra onlardan vazgeçtik!
İngiltere’de bir gazetede yayınlanan Türkiye karşıtı ilanın finansmanını Atatürkçü Düşünce Derneği sağlamış. İmzacıların başında da Andrew Mango diye, Türkiye’de uzun süre yaşamış bir lövanten var. Bu gazetecilikle meşgul zatın “Atatürk modern Türkiye’nin kurucusu” isimli kallavi bir kitabı olduğunu da hatırlayalım.
Baştan söyleyelim: Türkiye’de yazılmış Atatürk kitaplarından daha ciddi ve kapsamlı. Çoğu orijinal kaynaklara ulaşılmış ve kaynaklar ekseriya tenkitçi bir gözle değerlendirilmiş.
Fakat sonuç? Sonuç değişmiyor. Başka türlüsü olamazdı!
Türkiye Osmanlı sınırlarını koruyamamışsa bile, kimlik yapıcı unsurlarını koruyabilirdi. İnkılap diye yüceltilen uygulamaların meydana getirdiği kimlik kaybı, zihni ve ruhi hasar sınır kaybından daha beter meselelere yol açmıştır.
Türkiye son yıllarda bu meselelerin üstüne çıkıp, yakın çevresine bakabildi. Bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğu şimdi görülüyor. Türkiye’ye karşı tehdit, Türkiye’nin hintarlandı ülkeleri de içine alacak şekilde genişletiliyor. Suriye’de olanlar, Mısır’da olanlar bununla bağlantılı hiç şüphesiz.
Gazete ilanı haberini okurken, bir de müjde ile karşılaştık: İngilizler bir Atatürk filmi hazırlıyorlarmış! Böyle bir zamanda ne bekleyebilirdik ki? Yeni atatürkçülük dalgası dışarıdan gelebilir ancak!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.