Nereden çıktı ‘örtülü derin hesaplaşma’ diyenlere!
ABD’nin, batılıların ilkeleri yok, çıkarları var..
Bir başka gerçeğin daha altını çizmek istiyorum, bir şirket iki dönemde kriz yaşar, bir kâr ederken, bir de zarar ederken.. Birinde “benim başarım/benim hakkım”, ötekisinde “senin yüzünden” diye başlar tartışma!
Bir gerçeğin daha altını çizeyim mi; başarılar da, yenilgiler de sürekli olmaz.. Hem zaten Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etmeyecek mi? Sabredenler ve şükredenler dışında herkes “hüsran”ı tadacak demektir..
Savaş sırasında şu anlaşmalar yapıldı, deklarasyonlar yayınlandı: Sykes-Picot Saint-Jean-de-Maurienne Fransız-Ermeni Şam Londra Brest-Litovsk Batum, Paris Barış Konferansı, Versay Barış Antlaşması Saint-Germain-en-Laye Neuilly-sur-Seine Trianon Sevr.. Bunların miadı doldu. Şimdi yenilenmesi gerekiyor. Asıl sorun da bu!
Savaş sonrası: Rapallo (1920) Gümrü Moskova Kilikya Ankara Kars Lozan Rapallo (1922), Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, Anti-Komintern Paktı, Moskova Ateşkes Antlaşması, Münih Antlaşması (1938), San Francisco Barış Antlaşması, Çelik Paktı.. AB’ye unzanan süreç.
NATO ve Varşova Paktı bu planın bir parçası idi ve uluslararası derin devletin bir planı idi bu.. Derin devlet içindeki anlaşmazlıklar, ENRON’un batışı ve 11 Eylül’de ikiz kulelerin vurulması ile günyüzüne çıktı..
Antarktika Antlaşması, ANZUS, CENTO, Dunkirk Antlaşması, Güneydoğu Asya Antlaşması Teşkilatı, Helsinki Nihai Senedi, San Francisco Barış Antlaşması, Viyana Konvansiyonu, Çin-Sovyet Dostluk, İttifak ve Karşılıklı Yardımlaşma Antlaşması
Bu liste böyle uzar gider, Tahran, Yalta, Postdam.. Bizde Lozan! Daha bir sürü anlaşma, deklarasyon, mutabakat vs..
Hep söylüyorum, Afrika’daki, Arap yarımadasındaki, Asya’daki, Balkanlar ve Kafkaslar’daki, Latin Amerika’daki birçok ülkenin sınırları, savaşın galipleri tarafından çizildi, rejimleri de onlar tarafından tayin edildi. İktidarları da bu galipler tarafından atandı..
NATO, CENTO, VARŞOVA bu yeni dünya düzeni ve güç dengesi üzerine kurulmuştu.
Türkiye niye laik bir cumhuriyetse, Suudi Arabistan onun için 2 aşiret tarafından yönetilen bir kırallık, Suriye onun için dini bir azınlığa dayalı bir parti diktatörlüğüdür..
BM bu düzeni koruma adına var. Güvenlik Konseyi de öyle.. Veto yetkisi de onun için düşünüldü..
Batı şimdi dünyaya ve bölgeye yeni bir düzen vermek istiyor.. Bunun için de yeni arayışlar peşinde. Onun için ılımlı İslamcılara ihtiyaçları var.. Dün niye Kemalistlere ve laiklere destek verdilerse, bugün onun için ılımlı İslamcılara destek vermek istiyorlar..
Ama asıl sorun şu: Batıda bir grub Ilımlı İslamcılarla yola devam etmek isterken, İslamcılara havuç vermek isterken, bir başka grub sopa politikasının devamını savunuyor.. Siyonistler böyle düşünüyor.. Bir grub da ılımlı İslamcıların fazla büyütülmesi halinden kontrolden çıkma ihtimali üzerinde duruyor, başımıza yeni bir iş açmayalım korkusu taşıyor.. Bir başka kanat, “bizimle işbirliği yapan İslamcılar, toplum ve iktidar üzerindeki denetim ve baskısını kaybederse ne olacak” endişesi taşıyor..
Onlar şunu bilirler: “Kontrol etmediğin güç güç değildir ve o güç sana hizmet etmez.” Şimdi desteklediğiniz güç, yarın iş verildiğinde o işi yapamazsa ne olacak.. Yani evdeki hesap çarşıya uymazsa ne olacak.. Lidere aşırı bağlı bir hareket, liderlik kadrosunda sorun çıkar ya da birileri ölecek olursa ve hareket başka bir mecraya savrulursa ne olacak!
Aslında bunlara güvenerek yola çıkanlar, bir zamanların has evladı laikçi Kemalistlerin nasıl bir kenara itildiklerini görüp, kendi başlarına gelecek şeyleri tahmin edebilirler..
Dün birileri nasıl Türkiye’yi “Oltaya takılmış bir balık” olarak görüyor ve “oltaya takılmış balık yem istemez” diye tepe tepe kullanıyordu.. Türkiye onlar için ucuz asker deposu, sıçrama tahtası, ucuz iş gücü, ucuz maden, koruma bariyeri gibi bir anlam taşıyordu. Bugün bazı dini grublar üzerinden bu halk ve ülke üzerinde denetim sağlamak ve yeniden Türkiye’yi, bu süreçte yanına almak istiyor.. Bunu İslam’a ve Müslümanlara rağmen yapamayacağını biliyor, onun için bizimle birlikte bunu yapmak istiyor..
Bana kalırsa bir Ergenekon tasfiye edilmeye çalışılırken, bu kez yeni farklı bir Ergenekon oluşturulmaya çalışılıyor.. Bu kez oyun bizim üzerimizde oynanıyor..
Yeni, süreçte İsrail’e ve batıya karşı sorun çıkaran, Euro İslam standartlarına indirgenmiş bir din algısının dışına çıkmaya çalışan iktidara karşı bu kez birileri sopa politikası başlatıyor.. Mısır ve Suriye’de yaşananlar bu sopa politikasının sonucu.. Türkiye’de de iktidara havuç ve sopa tercihi sunuluyor..
Gezidekiler yalnız değil, Gezidekilerin arkasında uluslararası güçler var.. Somali’de Selefileri, Lübnan’da Şiileri Türkiye’ye karşı sahaya sürenler Taksim’de laikçi, CHP’li Alevileri ve bizim ılımlı İslamcıları sahaya sürmeye çalışıyorlar.. Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi teslim almak ya da ona yeni bir alternativ bulmak için harekete geçmiş durumdalar..
Suudi ve Körfez feodalleri de Erdoğan, AK Parti ve Türkiye’den endişe ediyor, Arap Milliyetçileri de.. MOSSAD da, Muhaberat da Türkiye’ye karşı örtülü bir savaş açmış durumdalar.. Laikçiler, ılımlı İslamcılar, Kemalist sol ve Aleviler, Ergenekonun bakiyeleri, yedektekileri, herkesi birileri savaş alanına çekmeye çalışıyorlar.. Türkiye’ye karşı “topyekûn bir savaş” ilanı bu!
Bugün yaşananları anlamak için tarihi arka planı bilmek ve batının gelecek tasavvurunu anlamak gerek ve tabii ki, gideceği yeri bilmeyen bir kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz. Nereden geliyoruz ve nereye gitmek istiyoruz. “La ilahe” demeden olmaz da, “illallah” demeden iman kemale ermez. Tamam o yanlış da, doğru olan ne ve o doğruyu gerçekleştirmek için yeterli akıl, cesaret ve güce sahip misiniz? O zaman haydi çalışmaya. Selâm ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.