Nevzat Kösoğlu’nu uğurlarken
“Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı ülke...”
Cemil Meriç’in bu tanımlaması Türkiye’nin tek parti dönemine tekabül ediyor olmalıdır. Şimdi düşünce böyle muamelelere maruz kalmıyor; düşünceden kaçmak zamanımızın baskın temayülü...
Sahih bir fikir adamımızı kaybettik... Eseriyle ve hayatıyla kararlı bir çizgide duran Nevzat Kösoğlu, Türkiye’nin fikirden kaçış döneminde önemli eserler ortaya koydu. Bu önemle mütenasip bir kabul görmedi ne yazık ki...
Nevzat Kösoğlu’nu uğurlamak için Kocatepe’ye tırmanırken yolların kesilmesinden ve polis kontrolünden bir olağanüstülük olduğu anlaşılıyordu. Bu ülkede bir fikir adamının cenazesi böyle bir olağanüstülüğe yol açmaz. Demek ki, cenazeye yüksek protokolden iştirak olacak. Camiin açık alanının taşınabilir demir parmaklıklarla kesilmesi bu ihtimali kuvvetlendiriyordu. Bu sebeple, merhumun yakınlarına taziyede bulunma imkânına sahip olamadık. Camiden çıkışta manzara daha rahatsız edici idi. Elbette emniyetin bu ahvalde tedbir alması kaçınılmaz. Fakat bu tedbirlerin halkın hissiyatını rencide edecek raddede olmaması için de gereken yapılmalı. Nitekim bir süre sonra cenazeye gelenler seslerini yükseltmeye, “polis dışarı!” nidaları duyulmaya başladı. Neyse ki bir süre sona polis aradan çekildi.
Meğer musallada iki cenaze varmış. Cenaze namazını kıldıran imamın bile bu ikinci ismin sağlığındaki önemini bilmediği anlaşıldı. İmamın tanıyamadığı kişi, Erzurum’dan üç dönem milletvekili olmuş, hatta bir süre bakanlık yapmış Sabahattin Aras idi.
Başbakan’ın, Meclis Başkanı’nın, bakanların, MHP genel başkanının Adalet Partisi’nden ve Anavatan’dan seçilen ve bakanlık yapan Sabahattin Aras için oraya gelmedikleri kesindi. Ortada ne AP ve ne de ANAP olmadığı için bu eski siyasetçinin bugünkü liderleri de yoktu ortalıkta.
Devlet Bahçeli, eski parti mensubu, milletvekili ve arkadaşı için oradaydı. Kösoğlu’nun fikirleri artık partide makes bulamıyordu. Bu yüzden son dönem MHP yönetiminin büyük ölçüde orada olmadığı tahmin edilebilir. Meclis Başkanı’nın, iki eski milletvekilinin cenazeleri için Kocatepe’ye gelmesi olağan karşılanmalıydı.
Ya Başbakan’ın orada bulunması nasıl açıklanabilir?
Nevzat Kösoğlu, Türkiye’de şu sıralar geri plana itilen millliyetçilik fikrinin en önemli isimlerinden biri idi. Türkiye sentetik-etnik Atatürk milliyetçiliğinden –şimdiki tabiriyle “ulusalcılık”tan- uzaklaşıyor, gerçek köklerine dönüyor; dünya sisteminde Osmanlı’nın oturduğu yere talib oluyor. Elbette bunun bir fikir arkaplanı olmalıdır. İlk defa Yahya Kemal’in bir fikir adamından çok bir edebiyatçı olarak kâğıda döktüğü bu toprakların tabiî, organik milliyetçiliği, kemalizmin izini sürdüğü Ziya Gökalp milliyetçiliğinin temelsizliğini ilân eder.
Nevzat Kösoğlu, erken yaşta kaybettiğimiz değerli düşünürümüz Erol Güngör gibi, Ziya Gökalp çizgisinden çıkıp Yahya Kemal, Nureddin Topçu muhtevasına yaklaşan görüşleriyle bugünün siyasetinde de dikkate alınması gereken bir isimdir. Başbakan, Nevzat Bey’in cenazesine bu sebeple mi katıldı? Bunu sarih olarak bilmiyoruz. Fakat, okumaya vakit ayırabilirse, ilk okuyacağı isimler arasında medeniyet kavramına ağırlık veren Nevzat Bey’in olduğunu söyleyebiliriz.
Ne yazık ki, AK Parti’ye düşünce malzemesi üreten basın, Nevzat Kösoğlu’nun vefatını görmedi bile! Eğer Başbakan cenazeye katılmasa, onlar için haber dahi olmayacaktı...
Bugünün manzarası şöyle çizilebilir: Ulusalcılık değil milliyetçilik; etnik toplulukların haklarını ketmetmemek, ama etnik tanımlamaların üstünde Türk’ün hakkını da teslim etmek! Eğer bu başarılamazsa, Türkiye diye bir devlet olmaz.
Nevzat Kösoğlu’nun milliyetçiliğine etniklik yaftası vurmak mümkün değil. Tarihin, toprağın, kültürün verileri onun düşüncesinin esasını teşkil eder. Son eserlerinden olan Küreselleşme ve Millî Hayat kitabı, onun düşüncesinin derinliğini ortaya koyan önemli bir eserdir. Bu kitaptan birkaç satırı, merhum Nevzat Bey’e rahmet vesilesi olsun için okuyucularıma sunuyorum:
“İnsan millî kültürüne inanç içinde toplumsallaşmadıktan, onun ölçüleriyle kişiliğini bulmadıktan sonra, insan yaratıcılığının önünü açmanın, o topluma kazandıracakları tartışılabilir. Ferdî hırsların, bencilliklerin, ölçüsüzlüklerin sırf hukukî düzenlemelerle sınırlandırılıp, iyiye, güzele, millî ve insanî olana yönlendirilebilmesi imkânı şüphelidir. Bireyin, içinden, iman yapısının şekillendirilmesi ile sınırlandırılıp yönlendirilmesi gerekir ki, yaratıcılığının topluma ve mensup olduğu medeniyete katkısı olsun... Bu yüzden eğitimde aslolan, bilgi değil, kişilik eğitimidir, bireyin mensup olduğu millî kültürünün ölçüleri ile ölçülenmesi, onun boyası ile boyanmasıdır... Toplum için birey dışında bir değişim başlangıç noktası yoktur. Toplu(m) yapılarının bu değişimi etkilemesi, engelleme veyahut teşvik imkânları olacaktır; ama değişim yine de insandan başlayarak yapılacaktır. Öyleyse, her şeye kendimizden başlamak zorundayız.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.