Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Zahiri görüntüsü taş ve örtü, Bâtıni yönü nur ve sırdır

Zahiri görüntüsü taş ve örtü, Bâtıni yönü nur ve sırdır

Müslüman bir insan için büyük öneme sahip Hac ibadetini gerçekleştiren ve ülkemize dönen şerefli ziyaretçilerimiz için geçtiğimiz hafta mesajımızın ilkini sunmuştuk. Bu haftaki mesajımızda ise iki konuya temas etmek istiyoruz. Onlardan biri kısaca Kâbe, diğeri ise “cennet bahçesi” olarak nitelendirilen mekân…

20 milyon Suudi Riyali; ki 6 milyon dolar ve 8,5 milyon tl’ye malolan Kâbe örtüsü, masraf yönü ile çok eleştiri, tenkit aldı. 120 kg saf altın, 746 kg hakiki ipekle 200 kişinin sekiz ayda dokuduğu Kâbe örtüsü 2 ton ağırlığında olup, her sene eskisi kaldırılır, yenisi konur.

Kâbe hakkında senelerden beri kamuoyuna sunduğumuz mesaj, konu başlığında okuduğunuz tek bir cümlede özetlenmiştir. Gönlümüzü, içimizi, niyetimizi, samimiyetimizi odaklandıracağımız yer, Kâbe’nin dış şekli değil, özüdür tabiri caizse arka bahçesidir. Fotoğrafı çekilen örtü, insan eliyle ve makinelerle yapılan bir kumaştır. Taşları ise Hacun dağlarından getirilip, düzeltilen, şekillendirilen ve duvar gibi örülerek yükseltilen taştır.
Ne var ki bayraklar da bir bezdir, kumaştır, ancak taşıdığı mesajı itibari ile kıymetlidir. Tıpkı bunun gibi, Kâbe’nin taşı ve örtüsünde bir şey yoktur. Kâbe’nin sır ve nur dünyası sebebiyle kıymetlidir. Hac vazifelerini yerine getirip, ülkemize dönen ve sürekli Kâbe’ye karşı hasret çeken insan, Kâbe’nin taşına ve örtüsüne değil, nuruna ve sırrına hasret çekmektedir.

Gelelim “Cennet Bahçesi” olarak isimlendirilen mekâna...

Peygamberimiz Efendimiz, sahih bir hadisinde mealen şöyle buyururlar: “Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir.” Buhari ve Müslim.
İlgili mekânın cennet bahçesi olarak nitelendirilmesinin hikmeti, o mekânda yani Peygamberimizin minberi ile evi arasında ilim, zikir, sohbetlerin icra edilmesi, vaaz ve hutbelerin irad edilmesi sebebiyledir. Yani dünyanın neresinde olursak olalım, ister Mekke’de, ister Konya’da, isterse İstanbul veya Afrika, Amerika’da… Eğer bulunduğumuz o mekânda ilmi bir faaliyet, sohbet, zikir, vaaz gibi zihni ve kalbi faaliyetler yapılıyorsa, orası cennet bahçesidir. Ancak Efendimizin ayaklarının değdiği yer olması, o mübarek yerde hutbelerini irad etmiş olması, zikir ve ilmi faaliyetlerin icra edilmiş olmasıyla, elbette değeri, kıymeti ve şerefi farklı olacaktır.

Yine Efendimiz buyururlar ki mealen: “Yolunuz cennet bahçelerine uğrarsa, faydalanın (istifade edin). Sorarlar: Cennet bahçeleri nedir Ey Allah’ın Resulü? Efendimiz cevap verir: İlim halkaları, zikir halkaları.” Görülüyor ki ilim, zikir ve sohbet meclisleri cennet bahçelerindendir.

Mescid-i Nebi’nin neresinde namaz kılarsak kılalım, bizden istenen namazlarımızın tadili erkâna uyması ve huşu yani samimiyettir. Bu iki özellikten uzak olarak kılınan namazlar, sahibinin suratına çarptırılır. Bu namazı ister Sultan Ahmet Camii’nde kılalım, ister Kâbe’de. Üç büyük mescid dediğimiz, Mescid-i Nebi, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa, mekân olarak çok büyük fazilete sahiptir. Oralarda kılınan namaz, elbette diğer yerlerde kılınan namazlara karşı binlerce, yüz binlerce farkı vardır. Fakat kılınan namaz sahibinin yüzüne çarpılmayacak namaz olursa tabii…

Düşünelim şimdi… Peygamberimizin imamlık yaptığı ve sahabenin cemaat olduğu Mescid-i Nebi’de, eğer namazda saflar düzgün, tertipli değilse, Peygamberimizin ikazı nasıl oluyordu? “Saflarınızı sıklaştırın. Ben, şeytanın siyah bir keçi gibi aralarınızda dolaştığını görüyorum.” Görülüyor ki kıldığımız namazda, namazla alakalı ölçülere, kaidelere uyulmazsa, namazın nerede kılındığı değil, kılınan namazın kaliteli olup olmadığı öne çıkıyor.
Peygamberimiz mescide otururken, bir sahabe gelir ve namaz kılmaya başlar. Namazın kaidelerine riayet etmeyen ve o şekilde namaz kılıp ve selam veren kişiyi Efendimiz çağırır ve: Kalk ve tekrar namaz kıl. Sen namaz kılmadın, buyurur.

Netice: İster Kâbe’de tavaf edelim, ister mübarek mescidlerde namaz kılalım, mekânların faziletli olması, bizlerin ölçülere uymayan ibadetlerimizi düzletemez. Öyle ise yapılacak iş, önce yapacağımız herhangi bir amelin, ibadetin kültürünü öğrenmek, daha sonra o ibadeti huşu ve ölçülere uygun olarak icra etmektir. Tasavvufun kültürü alınmadan, mahiyeti bilinmeden, tasavvufi alanda kemale ermek çok zordur. Namaz, oruç, hac, anne-babaya itaat, ticaret, siyaset vs hangi konu olursa olsun, onun kültürünü, ilmini öğrenmek ve daha sonra yerine getirmek en sağlıklı bir usuldür. Allah’a emanet olunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Büyük Arşivi