Gülünç olmayalım
Türkiye Cumhuriyeti rejiminin milli kimliğin yapımında, yani kadın ve erkek vatandaşlarını oluşturma prosedüründe tepeden inme, zorlayıcı bir sosyal mühendislik projesini devreye soktuğunu biliyoruz. “Temizleme” (cleansing) diye tasvir edebileceğimiz görevi İstiklal Mahkemeleri üstlenmiş, nerede kim sesini yükseltiyorsa, yaka paça tutup mahkeme önüne çıkartmışlar. Sözlerini değil, kafalarının üstündekine, içindekine takılmışlar. Kimi zaman önce aşmış, sonra sebebini kağıt üzerinde uyduruvermişler. Seyyar dolaşmış her ile İstiklal Mahkemesini uğratmışlar. Düşünsenize Kazım Karabekir’in yolu bile düşünüyor bir noktada İstiklal Mahkemesine. Yıllar önce İngilizce literatürde gördüğümde şaşırmıştım. Türkçe eserlerde bunu görmek mümkün değildi o zamanlar. Daha bire-bir markaja alıp cumhuriyetin batılılaşma projesini içselleştirenler de olmuş tabii. Ankara valisi Nevzat Tandoğan bunlardan biri mesela. Elinde sopası, şehir merkezinde nöbet tutmuş, halktan kıyafetlerle dolaşıp başkenti “kirletenleri” bir bir sopasıyla kovalamış. Ne de olsa modern Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentine yakıştıramamış bu insancıkları. Görüntü kirliliği yapmışlar çünkü. Hani bir süre önce, başörtülü kızların canlandırıldığı, hem de Şule Yüksel Şenler hanımefendi gibi tesettürün sembolü olan bir şahsın kaleminden ekrana uyarlanmış bir dizi de, kendi de başörtülü bir kızı canlandıran “Cumhuriyet kızı” endişesini duyduğu görüntü kirliliğine atıfta bulunmuştu da geldiğimiz noktayı ne güzel de farkında olmadan anlatıvermişti. Bize de acı acı gülümsemek kalmıştı… Tandoğan da eminim iyilik yaptığını düşünüyordu sopasını oraya buraya salladıkça.
Şimdi Türkiye değişti. Uzun zamandır beklediği değişimi ağır aksak da olsa, sonunda gerçekleştirebiliyor. Herhalde biraz bu işe çelme takip engel olacakların diskalifiye edilmesi ile de ilgili bu iş. İnsanlar da değişik, yeter de yeter diyebiliyorlar artık. Ama bence bu tür insanlar eskiden de vardı, ama sonları Kenan Evren’in dediği gibi “bir sağdan bir solda, astık” ifadesiyle anlatılabilecek insanlık dışı sonu yaşamaya itilmişlerdi. Öyle ki anne ve babasına yazmakta olduğu veda mektubunu “acele ediyorlar” ifadesi ile bir an önce bitirip idam sehpasına çıkarılanlar gibi… Bir de Kemalizm’in tükenmişliği geniş kitleler tarafından kabul gördü. Bu da önemli bir faktör. Atatürkçüyüm diyen öne atılır, hanesine artı puan yazdırır, iş yapmadan yükselirdi bu ülkede. Atatürkçülüğe sığınıp ne hükümet devirmedikleri, ne parti kapatmadıkları kaldı bu ülkede. Atatürk ilke ve inkılaplarına inanmak haşa- iman etmekle eş değer tutuldu bu ülkede ve daha doğrusu ikincisi birinciye alternatif olarak sunuldu…
Bir çalışma için araştırma yaparken elime aşağıdaki şu metin geçti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Kilis il müdürlüğünün sitesinde olduğu anlaşılan bu bilgiyi daha önce doktora tezi çalışmam sırasında kullanmıştım. Ancak aradan geçen yıllar ve Türkiye’deki değişimi göz önüne alınca okuduğum bazı şeylerin hâlâ yürürlükte olduğunu görmek beni şaşırttı. Araştırdım, bakanlığın ana sayfasında değiştirilmiş bir şekli var, ancak öyle görülüyor ki iller kapsamında değişiklik yapılmamış. Öyle sanıyorum. Konu evlat edinme şartları. Anne ve baba adaylarında aranan özelliklerin izah edildiği uzun listenin içinde tuhaf bir madde dikkatinizi çekiyor: “Sosyal ilişkiler açısından toplumun norm ve değerlerine aykırı düşmeyecek özellikler taşıması, kılık kıyafet, yaşam tarzıyla çağdaş görünüm ile Atatürk İlke ve İnkılaplarını yaşamında uygulayabilecek düşünce yapısına sahip olması.” Şimdi soru şu. Bu ilimiz mi güncellemedi konu ile ilgili değişen maddeleri yoksa bu madde hâlâ yürürlükte mi..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.