Ezana Yapılan Zulümler-1
“Ey dinin nurlu sesi, ey ulu ses, ey ezan!” Sana yapılan zulümleri nasıl anlatsam? Sana kıymak isteyenlerin şenî fiillerini millet çocukları unutmasın diye anlatmak istiyorum.
Bu ilahî sadâdan kimler rahatsız oldular? Şeytanlar ve Atatürkçüler, yani Kemalistler. Cumhuriyet İnkılâpçıları ezana işkence yaptılar, zulmettiler, kirli düşünce ve yasalarıyla ezanı mahkûm ettiler.
Ezana yapılan zulümleri anlatmaya, “Demirden gömlekler giydirilip güneşte kavrulduktan sonra Mekkeli çocukların elinde sokaklarda dolaştırılan”, gövdesine konulan ağır taşlar altında Efendimiz’in (s.a.v) mübarek adı ve “Ehad, ehad!” (Allah Allah) haykırışıyla direnen ezanın ilk müezzini Hz. Bilâl’a ta’zimde bulunarak başlarım.
Türkçe ezan, Cumhuriyetle ortaya çıkmış bir düşünce değildir. Bu düşüncenin Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde dinin millileştirilmesi ve ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi tartışmalarına kadar uzandığını okuyanlar bilir. Tanzimat döneminde ilk olarak Sultan Abdülaziz döneminde Ali Suavi ezanın ve namaz surelerinin Türkçeleştirilmesini savunmuştur.
Meşrûtiyet döneminin en şedit laikçisi ve ibadetin bütün unsurlarıyla Türkçe olmasını savunan İttihatçı Mehmed Ubeydullah Efendi, Talat Paşa’dan Türkçe namaz kıldırmak için izin istemiş, ancak “şartların elvermediği” belirtilerek, talebi kabul edilmemiştir. Sekülerizme dayanan reformist Türkçülük hareketine dahil olan Ziya Gökalp eski düşüncesine zıt olarak, “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur / Köylü anlar mânasını namazdaki duanın / Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur / Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın / Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!” mısralarıyla Türkçe ezanı savunur.
Ziya Gökalp ayrıca "Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir. Kur'an-ı Kerimin ve gerek ibadet ve ayinlerden sonra okunan bütün dualarla münacatların ve hutbelerin Türkçe okunması lâzım gelir" görüşünü savunmuştur. Kemalistler, “İslâmiyetin millileştirilmesi” politikasında onun bu düşüncelerinden faydalanırlar.
EZANI TÜRKÇELEŞTİRENLERİN BAŞI M. KEMAL’DİR
Ezan zulmünü M. Kemal başlatmıştır. Namazı da Türkçeleştirmeyi düşünen M. Kemal, çevresindekilerin ısrarıyla bu fikrinden gönülsüzce vazgeçer. İbadetin ve ezanın Türkçeleştirilmesi, M. Kemal’in emriyle 1928’de Darülfünun İlahiyat Fakültesi’nde Edebiyat Tarihçisi M. Fuat Köprülü başkanlığında oluşturulan komisyonun hazırladığı “İbadet lisanı Türkçe olmalıdır. Ayinlerin, duaların, hutbelerin Türkçe şekilleri kabul ve istimal edilmelidir” şeklinde bir raporla Meclis’e teklif edilir. Tepkiler üzerine uygulamaya geçirilemez.
Ayasofya'da Türkçe Kur'an okunduğu gece M. Kemal, hafız Sadettin Kaynak’ı yanına çağırır. Tarih 3 Şubat 1932'dir ve ertesi gün Ramazan ayı’nın son cumasıdır. Atatürk, elindeki Kur'an tercümesinden bir hutbe konusu seçer ve Hafız Sadettin'e verirken “Katiyen sarık istemem” der: “İşte bu gece giymiş olduğun elbise ile başı açık olarak okuyacaksın. Fakat hava soğuktur, paltonu giyebilirsin.”
Dücane Cündioğlu’nun “Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Din ve Siyaset” kitabından öğrendiğimize göre, laikliği savunan ve CHP’li iken 1946'da ayrılıp Millet Partisi'nin genel başkanlığını yapan Türk İnkılap Tarihi derslerinin akademisyeni, ord. prof. Yusuf Hikmet Bayur, Meclis’te ezanın Türkçeleştirilmesinin laikliğe aykırı olduğunu ve bununla ilgili kanunun Atatürk’le ilgisi olmadığını, İnönü döneminde çıktığını” ileri sürer. 1965 yılında bağımsız milletvekili olan Bayur bu tavrına zıt olarak, ezanın Türkçe okunması için kanun teklifi verdiğini, fakat Meclis’in reddettiğini de belirtelim.
M. Kemal’in “yakınlarından” olan Falih Rıfkı Atay, Bayur’a cevap maksadıyla yazdığı yazısında “Atatürk ezan ve tekbirin Türkçeleştirilmesinin de ötesinde namazların Türkçeleştirilmesini düşündüğünü’ iddia eder: “Lâik geçinen bir devlet ezanın Arapça veya Türkçe okunmasına karışmazmış. Zâti Atatürk'ün de bu kanunla bir ilgisi yokmuş. Bu kanun kaldırılmalı imiş... Türkçe Ezan bir din değil, bir kültür işidir. Atatürk ve onunla bir düşünen inkilâpçılar millîleşme ve garplılaşma hareketinin ilk muvaffak olma şartını, dilde ve kafada Türk milletini Arap kültüründen uzaklaştırmada aramışlardır. Lâtin yazısını almak, dili millîleştirmek ne ise, Ezanı Türkçeleştirmek de odur. (…) Kendi devrinde Ezan'ın Arapça yerine Türkçe okunuşu ile Atatürk'ün ilgilenmediğini söylemek, bizim gibi onbeş yıl onun yanında bulunmuş olanları değil, o zamanı hiç bilmeyen vatandaşları bile kandıramaz. Benim, gazetenin başyazısında egemenlik yerine hâkimiyet kelimesini kullanmaklığımla hem de nasıl ilgilenen Atatürk'ün minarelerde Ezan'ın Arapça veya Türkçe okunuşu ile ilgilenmediği gibi bir ihtimal akıldan geçmez. Kaldı ki ben Ezan'ın ve Tekbir'in Türkçe’ye çevrilmesinde Atatürk'ün bizzat çalıştığını ve bir hayli değişiklikler yapıldığını bilirim. Hatta Türkçe zevki bakımından bu değişikliklerin bazılarını sevmemiş ve itiraz etmiştik. Bay Hikmet Bayur'a haber vereyim ki Atatürk sağ kalsaydı, çoktan Kur'an da Türkçe okunacaktı. Bu işi, önceleri bir metin meselesi, sonra da dil çalışmalarının bitmemiş olması geciktirmiştir. Tarihi doğru öğrenmek isteyenler için hakikat budur! (Ulus, 8 Şubat 1949)”
Türkçe namazı savunanlarının başında gelen CHP’nin sözcülerinden M. Nurettin Artam, Bayur’la Atay’ın tartışmasında Atay’ın yanında yer alır ve şu şenî sözleri yazar: “Kur’an’ı ve duaları Türkçeleşmiş görmeden ölmek istemem. Onun için ‘Atatürk sağ olmasa da’ ezandan sonra Kur’an’ın Türkçe olmasını da özleyeceğim.”
İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun “İslâm'ın Türkleştirilmesi” ve Reşit Galip'in “Milli Müslümanlık” adını verdiği ibadetlerin Türkçeleştirilmesi projesi M. Kemal'in de hayâliydi. 1932 Ramazan'ında bu projeyi uygulamaya koyar ve Reşit Galip'le namazın Türkçeleştirilmesi hazırlıklarına girişir. Ayasofya Câmii'ni gezdikten sonra Reşit Galip'e şu teklifte bulunur: “Reşit Galip! Ayasofya senin Müslümanlık tezini münakaşa edeceğin güzel bir yer değil mi? İstanbul'daki din ulemasını toplayalım, halka da ilân edelim, herkes gelsin. Câmiye hoparlör yerleştirelim, içeriye giremeyenler dışarıdan dinlesin. Sen fikrini bu ulema ile münakaşa et. Halk hakem olsun!”
Atay’a göre, “dönemin Başbakanı İnönü, M. Kemal’e ‘İsterseniz önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza sıra gelir’diyor.” M. Kemal, Reşit Galip'le Dolmabahçe Sarayı’nda “derin” bir çalışmaya koyulur. Alınan karar gereği M. Kemal’le Reşit Galip dört maddelik bir plânda karar kılarlar: “Müslümanlığın bir Türk dini olduğu ispat edilecek, dinde ibadetin ‘Allah’la kul arasında bir kalp bağlılığı’ olduğu tezi işlenecek. Kulun, tanrısına ibadet ederken söylediklerini kalbinden söylemesi lâzımdır. Kalbin dili de anadilidir. Onun için duaların anadiliyle yapılması lâzımdır inancı oluşturulacak.”
Malûmdur ki “Dinde reformun” maddeleri kilise âdetlerini taklitten ibarettir. “Câmiler, oturulacak sıraları, gardıropları olan temiz, düzenli mekânlar olmalıdır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecektir. Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, Türkçe olmalıdır. Câmilerin iyi yetişmiş müzisyene ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir. Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir.”
“TÜRK’ÜN ŞUURUNA ÇİZİLEN HUDUT”
Ezanın Türkçeleştirilmesi üzerine yandaşları M. Kemal’e, "Sorularla karşılaşıyoruz, cevap vermekte güçlük çekiyoruz. Ezanın Türkçeleştirilmesinin sebebi hakkında bizi aydınlatabilir misiniz?" diye sorarlar. M. Kemal, “… Bir harita getirtir, güney hududunun belirsizliğini anlatır ve arazinin engellerinden bahseder: “Ben Türkçe Ezan'la hudut çizdim" der: Türk olanlar, Türklük şuuru taşıyanlar bizim tarafta kalır, Arap olmak isteyenler Arapların bulunduğu bölgeye göçer. Türk'ün şuurunda da hudut çizilmiş olur.” (Nihat Dinç, Gönüllü Diplomat: Bir Diplomatın Meslek Yaşamından Notlar, İstanbul, 1998)
“TÜRKÇE EZANDA ÇEVRİLMEYEN TEK KELİME”: FELAH
Prof. Dr. Osman Özsoy'un "Türkçe Ezanda Çevrilmeyen Tek Kelime" başlıklı yazısında bahsettiği ezana yapılan zulmü sinirlerinize hâkim olarak okuyunuz: “Türkçe ezanda Allah kelimesi (ism-i Celâl'i) dâhil her kelimeyi değiştirmişler, sadece bir kelimeye dokunmadan olduğu gibi bırakmışlardı. Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı Türkçe ezan metni şöyleydi: ‘Tanrı uludur, Tanrı uludur. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'nın elçisidir Muhammed. Haydin namaza, haydin namaza Haydin felâha, haydin felâha Tanrı uludur, Tanrı uludur Tanrı'dan başka yoktur tapacak.’ İşte o kelime… ‘Ezanın Türkçeye çevrilmeyen tek kelimesi ‘felah’oldu. Sebebi, halkın felah kelimesinin ‘kurtuluş’ anlamına geldiğini bilmemesini sağlamak ve ezan okunurken, ‘haydin kurtuluşa’ manasına gelecek bir çağrıda bulunmamaktı.”
Mustafa Armağan’ın tesbiti daha anlamlı. “Yabancı ses Tanrı Uludur” yazısının yankısı unutulacak gibi değil. “Bunu Cumhuriyet’ten kurtuluş olarak algılarlarsa, ya bunu dine dönüş olarak yorumlarlarsa; ya laiklikten kurtulmak gibi bir dua olarak okurlarsa gibi bir sürü soru. İşte o zaman deniliyor ki, felah aynen kalsın. Türkçe olmasın.”
“Türkçe Ezan, Minaredeki Yabancı” adlı kitabındaki tesbitleri de CHP diktasının ezan düşmanlığına anlamlı cevap veriyordu: “Türkiye'de tam 18 yıl boyunca minarelerden bu yabancı ses yükseldi. Adına ‘Türkçe ezan’ denilmişti. Halbuki Türkçe, Farsça, İngilizce... ezan diye bir şey yoktur. Ezan bir tanedir ve o da Bilal-i Habeşî'nin ilk okuduğu ezandır. Biz ona ‘Ezân-ı Muhammedî’ diyoruz, yani ‘Peygamber Efendimiz'in (sav) Ezanı.” Armağan’ın bir mülakatta anlattığına göre, Hatay’da traji-komik bir hadise yaşanıyor. “1938′de Suriye mi Türkiye mi? diye bir halk oylaması yapılıyor. Gariptir, bu süreçte Türkiye büyük bir propaganda faaliyetleri yürütüyor. Türkiye’den şeyhler, hocalar, din adamları gönderiliyor bölgeye. Türkiye’de tekkeler kapatılmış, ama orada ‘Müslüman Türkiye’ propagandası yapılıyor. Türkiye’nin ne kadar dindar (!) bir ülke olduğu vurgulanıyor Hataylıların gözünde. Sonuç olarak halk Türkiye’yi seçiyor ve Türk askeri Hatay’a giriyor. Askerimizin ilk yaptığı iş ‘ezanı susturmak’ oluyor. Halk şaşırıyor. ‘Yahu burada Fransızlar varken ezan Arapça okunuyordu Türkler gelince neden sustu ezanlar? Hani biz işgalden kurtulmuştuk?’ Biliyorsunuz Hatay’da önemli miktarda bir Arap nüfusu var. Dolayısıyla işgalci Fransa’nın karışmadığı ezana Türkiye devleti karışıyor. Sadece ezana karışmakla kalmıyor Türkiye. Kur’an öğretiminde de benzer sıkıntılar yaşanıyor.”
“EZANLAR BUZ TUTMUŞ MİNARELERDE”
Ezanın gördüğü zulmü, “Ezanlar buz tutmuş minarelerde” mısralarıyla milletin hafızasına kaydeder şair Abdurrahim Karakoç. “Ezanı özgürlüğe kavuşturuyoruz” diyen inkılâpçı cumhuriyetçilerin uğursuz yasalarıyla Türkçe ezanın minarelerden ilk duyulduğu tarih Ocak 1932 yılının Ramazan Ayı’ydı. Bu tarihten itibaren ezan şairin dediği gibi “minarelerde buz” tutacaktı. “Dinde reform” tasallutuyla Türkçe ezan ilk kez Hafız Rıfat tarafından Fatih Câmii minaresinden seslendirilmişti. Milletin Batılılaşmasını savunanların yüz elli yıldır istedikleri modernleşme reformlarının arasında en çok İslâm’ın sekülerleştirilmesi ve Türkçeleştirilmesi vardı.
EZANIN VE SALÂT U SELÂMIN TÜRKÇE OKUTULDUĞU KARANLIK GÜNLER
“Türk kafasını Arap kafasının köleliğinden kurtarmayı ” kafasına koyan “devrimci Cumhuriyetin kurucusu tarafından 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde, Ayasofya Câmii’nde Türkçe Kur’an, tekbir ve kamet okutturulur. 18Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri ezanın Türkçe okunmasına karar verir. Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni ve 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların şedit bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderilir. 1941 yılında çıkarılan kanunla Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler üç aya kadar hapsedileceği ve para cezasına çarptırılacağı ilân edilir. Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenaze töreninde Arapça ezan okuyup tekbir ve tehlil getirenler hakkındaki takibat yapılır.
Dücane Cündioğlu’nun “Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi” kitabında anlatılan bir zulüm vesikası daha var. Türkçe ezan uygulamasının ardından, “ihmal ve ağırdan alma” gibi iddialarla yapılan sert tenkitlerin ardından Diyanet İşleri Reisliği üzerine düşen vazifeyi yerine getiri ve “mevcut gerilimden istifadeyle ibadetleri Türkçeleştirme Projesinin eksik kalan yönleri de tamamlanır. 6 Mart 1933 tarihli bir tâmimle salât u selâm dualarının ve Tekbir'in Türkçesiyle birlikte bu yeni teşebbüsü de bütün Müftülüklere duyurur: “Öz dilimizle her tarafta Türkçe Ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât u selâm okumak âhenksiz düşeceği gibi, Hükümet-i Celile'nin takip buyurduğu maksad-ı millî'ye de uygun gelmediğine binaen, İstanbul'daki erbâb-ı ihtisasla bi'l-muhabere yukarıda yazılan üç sûret ile Türkçe Tekbir gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa, icabında alâkadarların ondan okumaları lüzûmuna tâmimen beyan olunur efendim.”
Üç salât u selâm sureti şöyledir: “1. Tanrı elçisi Muhammedi salât sana, selâm sana. Tanrı sevgilisi Muhammedi salât sana, selâm sana. Tanrı elçileri! Salât sizlere, selâm sizlere. 2. Ey Tanrı 'nın elçisi Muhammed! Senin üzerine olsun rahmet ve selâmet! Ey Tanrının sevgilisi Muhammed! Senin üzerine olsun rahmet ve selâmet! Ey Tanrının elçileri! Sizin üzerinize olsun rahmet ve selâmet! 3. Ey Tanrı elçisi Muhammed Sanadır rahmet ve selâmet. Ey Tanrı sevgilisi Muhammed Sanadır rahmet ve selâmet. Ey Tanrı elçileri! Sizedir rahmet ve selâmet.”
Ezanın Türkçe okunmasına tepkiler Bursa'da isyana dönüşür. Daha birkaç yıl öncesine kadar, Millî Mücadele’de İslâm’a ve dindarlara gösterilen hürmetin yerini böylesine bir alçakça uygulamanın alması millette haklı isyan duygusu oluşturur. İzmir’e gidecek olan Mustafa Kemal karar değiştirerek, Bursa’ya hareket eder. “İsyan edenlerin irticacı olduğunu ve dini siyasete alet etmek istediklerini, nümayiş yapanların cezalandırılacaklarını” söyler.
Kur’an-ı Kerim nüshalarını yırttıran, ezanı Türkçeleştiren, camileri depo olarak kullandıran Kemalist inkılapçıların zulümlerini, o uğursuz günleri yaşayanlar acıyla anlatıyor:
“ASKER TÜRKÇE EZAN NÖBETİ TUTARDI”
“Askerler köye gelirlerdi, başında takkesi olan varsa onu başından alıp yırtarlardı, takanı döverlerdi. Karakola alıp ölesiye dövüp getirip köyün önüne atıyorlardı, kimse sesini çıkartamıyordu. Askerden çok çektik, çok dayak yedik. O zaman okuma yazma yoktu. Tek öğrendiğimiz Kur’an-ı Kerim’di. Onu da ‘askerler geliyor’ deyince saklardık. Bulduklarında yırtarlardı, yakarlardı. Okuyanları ve okutanları dayaktan geçirirlerdi, aç susuz nezarethanelerde bırakırlardı. Cuma günleri jandarma camide nöbet beklerdi ezan Türkçe okunuyor mu diye. Çok sıkıntılar çektik.”
“Geçmişten bugüne Arapça okunan ezanın ‘Tanrı uludur Tanrı uludur…’ şeklinde okunmasını nasıl hazmedebilirdik. Bu durumu kabullenmediğimiz için, ezanı jandarmanın olmadığı zamanlarda küçük çocuklara Arapça olarak okuturduk. Küçük çocuklara okutmamızın sebebi, onlara cezanın olmayışındandı. Ezanı Arapça okuyan çocuk jandarmaya yakalandığında, çocuğun kulağından tutup ‘sana kaç kez ezanı Arapça okuma dedik… Niye okuyorsun terbiyesiz…’şeklinde de çocuklarımızı jandarma gidene kadar azarlardık…”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.