Olimpiyat içimde bir yaradır
Sevgili okuyucular, Pekin Olimpiyatları’nda tâbir-i âmiyanesi ile havamızı aldık. Yazımı kaleme aldığım sırada sadece 2 gümüş ve 1 bronz madalya kazanmış bulunuyorduk. Kalan zamanda serbest güreşten ve biraz da taekwondodan ümidimiz var ama şimdiden başarısızlığımızı ilân edersek yanlış yapmış olmayız.
Olimpiyat ve siyaset
Efendim, olimpiyat ruhunun, dünya milletleri arasında barış ve kardeşliği teşvik ettiği muhakkaktır. Lâkin, ilk düzenlendiği M.ö. 776’dan ve modern olimpiyatların başladığı 1896’dan beri, olimpiyatın, aynı zamanda milletler ve ülkeler arasındaki rekabeti yansıtan, millî gururu yaşatan bir yönünün olduğunu da unutmamak lâzımdır. Hitler’in, 1936’daki meşhur Berlin Olimpiyatları için savaşa hazırlanır gibi hazırlandığı hâlâ hafızalardadır.
Bir bakıma, milletlerin ve ülkelerin rekabetinin artık savaş alanlarında değil, uluslararası spor müsabakalarında sürdürüldüğünü söylemek mümkündür.
Merhum özal, sporun dünya siyasetindeki önemini anlamış bir devlet adamıydı. Türkiye’deki spor altyapısının büyük kısmı onun devrinde yapılmıştır. özellikle uluslararası yarışmalarda televizyonun karşısından ayrılmaz ve sporcularımızın her başarısında, sanki savaş kazanmış bir kumandan gibi sevinirdi.
Türkiye’nin olimpiyat hikâyesi
Efendim, Türkiye’nin ilk olimpiyat hikâyesi, 6 Ekim 1971’de yapılan ‘6. Akdeniz Olimpiyatları’ ile başlar. Hazırlıklar devem ederken 12 Mart Muhtırası verilmiş ve yeni kurulan ‘11’ler Hükûmeti’nin sosyalist bakanı Attilâ Karaosmanoğlu, yapılmakta olan olimpik ‘Atatürk Stadyumu’nun ödeneklerini kesmişti. Neyse ki, daha sonra zamanın Başbakanı Nihat Erim’e ulaştık da kıl payıyla tesisleri yetiştirerek milletçe rezil olmaktan kurtulduk.
O sırada bendeniz DPT’de projenin yatırım koordinatörlüğünü yürütüyordum. Bu marksist tâifenin ne kadar boş olduğunu bizzat müşahede etmiştim.
Rahmetli özal, Türkiye’nin bir dünya olimpiyatını düzenleyecek güce ulaştığını savunur ve en kısa zamanda İstanbul’da bir olimpiyat yapılmasını isterdi. 1988 yılında Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı iken, onun da delâletiyle 1996 veya en geç 2000 olimpiyatlarının Türkiye’de yapılabilmesi için son derece aktif bir çalışma içine girmiş ve Dünya Olimpiyat Komitesi’nden söz almıştık. Ancak, özal’dan sonra başa gelen politikacıların dar görüşlülüğü ve 28 Şubat Darbesi bizi olimpiyat listesi dışına itti. 28 Şubatçılar, olimpiyat yerine başörtülü kızları ve İmam-Hatiplileri kovalamayı tercih ettiler.
Naim Süleymanoğlu ve Seul Olimpiyatları
Efendim, bizim ‘Cep Herkülü’ Naim, 1986’da Melburn’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda Türkiye’ye iltica etti ve özal tarafından sıcak bir ilgiyle karşılandı. Bakanlığım sırasında, örtülü ödenek’ten Bulgaristan yetkililerine verdiğimiz 1 milyon dolarla, Naim’in Türkiye adına müsabakalara katılma iznini aldık.
1988 Seul Olimpiyatları, 1992 Barselona Olimpiyatları, 1996 Atlanta Olimpiyatları, 2000 Sidney Olimpiyatları ve 2004 Atina Olimpiyatları’nda, Naim Süleymanoğlu ve ekolü ile ata sporumuz güreşteki başarılarımız, diğer sahalardaki başarısızlıklarımız karşısında bizi teselli etti.
Spor, eğitim ve takip işidir
İtiraf edeyim ki, 1987 genel seçimlerinden sonra Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na atandığımda, görevimin spor kısmından pek hoşlanmamıştım. Zihnimde Eğitim Reformu plânlarım vardı ve sporun beni lüzumsuz yere meşgul edeceğini düşünüyordum. Spor denilince akla hemen profesyonel futbolun bitmez tükenmez dertleri ve sıkıntıları geliyordu.
Lâkin düşündüğüm gibi olmadı. Spor bakanlığından da eğitim kadar hoşlanmıştım. Profesyonel futbolda taraf olmadım ve onu siyasetin dışında tuttum. Bağımsız Futbol Federosyonu’nu, bütün dedikodularına rağmen kurdum. Ancak, asıl hoşlandığım ve önem verdiğim konu amatör spordu. Kitlelerin sporla bizzat meşgul olabilmesi için geniş çapta bir altyapı seferberliğine girişmiştik.
özellikle geleneksel spor dallarımız olan güreş, atıcılık, binicilik ile boksa önem verdik. Güreş Federasyonu Başkanlığı’na getirdiğimiz Esat Güçhan, güreş okulları açarak bu ata sporumuzun altyapısını ve eğitimini geliştirdi. Bugün yetişen millî güreşçilerimiz o dönemin mahsulleridir.
‘Bari İsviçre’ye sefer eyle!’
Efendim, sporda başarının şartı takip ve yakın alâkadır. Bunun hoş bir misâlini anekdot olarak sizlerle paylaşayım.
1989’un başında Galatasaray büyük bir haksızlığa uğramıştı. İsviçre’nin Nöşatel takımını 5-0 yendiği ve tur atladığı halde, UEFA Disiplin Kurulu maçı iptal etti. Bunun üzerine Bakan olarak, vekâlet ettiğim Dışişleri Bakanlığı’nın da yardımıyla UEFA’nın üzerine öyle bir gittim ki, İsviçreliler merhum özal’a şikâyet etmişler.
özal beni telefonla arayarak şöyle söyledi: ‘Mehterâna haber sal da bari İsviçre’ye sefer eyle!’ Farkında olmadan öylesine bir baskı kurmuşuz ki, özal’ı bile ürkütmüşüz.
Lâkin, neticede UEFA iptal kararını değiştirdi ve Galatasaray da tur atladı...
Ne yapmalı?
Türk Sporu’nun değerli yöneticilerine ve sayın Başbakan’a seslenmek istiyorum. 75 milyonluk nüfusu ve koskoca bir medeniyet tarihiyle Türkiye, dünya olimpiyatlarında birkaç madalyayla temsil edilmemelidir.
Yarından tezi yok, Başbakan’ın başkanlığında bir heyet teşkil edilerek olimpiyat sonuçları değerlendirilmeli ve 2012 Olimpiyatları için şimdiden hazırlıklar başlatılmalıdır.
Ayrıca, hiç değilse 2020 Olimpiyatları’nın Türkiye’de yapılması sağlanmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.