Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kemalist İlahiyatçıların “İslâm Gerçeği” Kitabı 28 Şubatçıların Emriyle

Kemalist İlahiyatçıların “İslâm Gerçeği” Kitabı 28 Şubatçıların Emriyle

28 Şubat generallerinin hükümferma olduğu günlerde Sait Yazıcıoğlu, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde Dekandır. Üniversite Rektörü, darbe yaltakçısı Kemal Gürüz’ün başkanı olduğu YÖK’ten bir yazı geldiğini ve bir grup ilahiyatçı akademisyenin hazırladığı “İslam Gerçeği” kitabının fakülte adına basılmasının talep edildiğini bildirir.

M. Kemal’in sözlerinin de yer aldığı kitabı hazırlayanlar Yaşar Nuri Öztürk, Beyza Bilgin, Hüseyin Atay, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elikti… gibi Kemalist olmakla nam yapmış “derin” ilahiyatçılardır.

Yazıcıoğlu, kitabı inceledikten sonra “Kitabın fakülte adına yayınlanmasının uygun olmayacağını, sipariş usulü kitap basmanın geleneklerimizde olmadığını”  söyler. Birkaç gün sonra YÖK’ten kitabın basılması için, 28 Şubat darbesini yapacak olan MGK’nın tâlimatının olduğu bildirilir.

Baskı artmaya başlayınca Yazıcıoğlu, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Doğan Beyazıt’la görüşür. Kitabın bu şekilde yayınlanmasının mahsurlarını anlatır ve böyle tepeden inme bir yayın yapamayacaklarını, yapılsa bile bu üslûp dolayısıyla bu yayından hiçbir fayda sağlanamayacağını, tam tersi bunun tepki çekeceğini anlatır.

Ardından “Kitabı istedikleri yerde basabileceklerini, niçin fakültemizin yayınlarının arasında çıkmasında ısrar ettiklerini” sorunca, Beyazıt sertleşmeye başlar, “Nasıl olur da karşı çıkılır! Biz bu ülkenin hayrı için böyle düşündük ve karar verdik” diyerek görüşmeyi gergin bir havaya sokar. 

Yazıcıoğlu, Yayın Kurulu’nu toplayarak onlara durumu nakleder. Kitabın MGK’da istihdam edilen ilahiyat menşeli akademisyenlerin kafasından çıkmış olabileceğini belirtir. Yayın Kurulu ağırlıklı olarak Kemalist zihniyete sahiptir. “Yayınlanmasında bir beis” görmezler. Yazıcıoğlu’nun itirazlarına rağmen, âyet ve hadislerin yanında M. Kemal’in sözlerinin de bolca yer aldığı eklektik ve seküler formata sahip “İslâm Gerçeği” kitabı Ankara İlahiyat Fakültesi Yayınları arasından çıkar.

Yazıcıoğlu’nun başına gelenler bununla bitmez. Tâlim Terbiye Kurulu’ndan bir grup üye onu ziyaret ederek, “Hüseyin Atay hoca ile hazırladığınız ve okullarda okutulan “Kelam” kitabının bazı yerlerine Atatürk’ün konu ile ilgili sözlerini koymanızı ve yeniden basılmasını istiyoruz” derler. Gelenlere, “Emir kulu olmadığını ve bu işe âlet olmayacağını” kararlı bir şekilde ifade eder.

Ancak adı geçen kitap da generallerin emrivaki yapmasıyla istenilen şekilde basılır. Yeri gelmişken, MGK'nın baskısıyla basılan “İslâm Gerçeği” kitabının 28 Şubat darbesinden önce Yaşar Nuri’nin bir projesi olduğunu ve projenin arkasında “Altı Yedi Süleyman” nâmıyla malûl Demirel’in bulunduğunu da hatırlatmış olalım.

Türkiye’de derin Kemalist ilahiyatçılar oldukça, “Roma'nın hristiyanlıkla buluşması” gibi Atatürkçü rejim de İslâm’la kendi ideolojilerinin zemininde buluşmak ve İslâmiyeti laik / seküler hâle getirmek emelinden asla vazgeçmeyecektir.

----------------------------------

İLÂVE YAZI:

ŞİİRİYLE “DEM”LENİP MÂVERAYA KANATLANAN ŞAİR HASAN EJDERHA

Ey azizan! Şair ve hikâye yazarı Hasan Ejderha, “Sana ramazan somunu sıcaklığında bir şiir sunuyorum, daha sıcak elini yakmadan oku” diyerek, “Sergüzeşt-i Âdem ve Dem” adlı şiirini fakire yollamış. Kütük, fikir, nakış gibi iyi yazının ve şiirin unsurlarını taşıyor. Mısraların zâhirinde ve zımnında mazmun ve telmihleriyle yerli şiir tarzımızı büyük çapta hissetmek mümkün. Bu güzel şiiri hüznünüz yanınızdayken okuyunuz:

“Geldiğim gün, olan oldu geldiğim gün /O, bismillah yerine geçen anlamsız ün /Mevlana’nın düğün dediği güne kadar/ Hem biter menkıbem, hem de başlar… /Nice haykırışlar, çığlıklar, duyuşlar… / Sonra günahlar… En umulmadık sularda /Kirlenmişliklerin telaşı ve yuyuşlar… /Kaç günahımın resmi durur kaç duvarda? /Olur da bir gün ağlarsam dağlara bakıp, /Kafayı otobüs durağı yalnızı halime takıp, /Yakıp cümle gemileri sana geleceğim yar! /Göçsem de dünyadan, ölmeyeceğim yar! /“Onlar diridirler” lütfün varken ne gam /Ne gam, bakıp da dağlara delice ağlasam /Ne gam, hepsi dünyalık; bayılsam, ayılsam /Olmuş-olmamış, sen varsın ya ne gam /Kanadı kırılınca uçamazmış kuşlar /Oysa ben uçuyorum yokken kanadım /Sonra bakıyorum ki kutlu bir rüyadayım /Kırık kanatlarına kuşların kanat olayım /Bir gün bakıyorum ki yoldayım /Varışta mı olayım yolda mı olayım?/ Biriken selamlar için yolcular salayım /Bitmesin yolculuğum hep yolcu kalayım /Hastayım kimi zaman, çaresiz dertler içre dururum /En onulmaz yarama beklemediğim şifalar bulurum /Yastayım kimi an, hasat yok, başaksız bir desteyim /Ansızın uyanırım heyhat, bilmediğim bir kafesteyim / Türkülerle yaşayıp, türkülerle ölmek /Cümle ağıtları kendi derdin bilmek /Neye tekabül eder ey yar bilmem ki /Herhalde türkülerdir tekabüllerin kefili /“Yastadır da deli gönül yastadır” / “Gelir diye kulaklarım sestedir”/Ölüm dediğin tek bir nefestedir /Püf deyince uçacak kafestedir / Çocuklarla dolan yollar, iter beni kenara /Gözüne fener tutulmuş tavşan gibi kalırım /Hangi listeden çizilir, hangi listede sayılırım /Kuş seslerine karışanda çocukların sesi, ayılırım /Bir sergüzeşt ki sürüp gidecek sanırım /Oysa anlarım ki bazen bitecek ansızın / Hiç olduğumu anlar da ak-pak arınırım /Bitiverir, bitmez sandığım gönül sızım”

Şair, şiirinde iyice demlenmiş ve mâveraya kanatlanmış; “Gök Kapıları”nda derman arıyor. Onun için “Dem”lenmesi uzun ve derin sürüyor: “Birinci dem:, İkinci dem:, Üçüncü dem:, Dördüncü dem:”

Bu sebeptendir ki yalnızca “Dördüncü Dem” i paylaşacağım, şimdilik onunla demleniniz: “Bir zarf, bir sarı kâğıt / ipincecik sarılmış bir sigara / kimse bilmez bana değince ne eder / bir ak güvercin süzülür göklerde / yara gider selamım yara gider / yara ile birlikte gönlüm yara gider / yar içimde, yüreğim yara gider /şifa olacak kelimeler devşiririm de / mısralarım yara yara gider / Bir muştudur uçurur kuşlar /alır götürürler selamı yara gider / aşermişse evdeşi yiğidin / Kaf Dağı’nın ardına kara gider / bilmez demesin kimse yolları / âşık gönlüne sora sora gider / için için yanan garip yürekleri / alevlenir de ansızın kora gider / sergüzeşti bitince kıyamet âdemin / bilir ki hesabı verilecek her demin / her âdem Musa hem de İbrahim /Allahümme  salli ala seyyidina Muhammedin / hiç olmak lütuftur bize, var olan sensin Râbbil Âlêmin.” 

DURDU GÜNEŞ’İN “BİTKİLERLE SOHBET” KİTABI ŞİFA DAĞITIYOR

Durdu Güneş; kitap kurdu bir dost. Fıkra anlatımını mizahî bir metne ve sohbete dönüştüren bir dil ustası. Hukukçu bürokrat kimliği ve Ankara'da oluşu, onun çok okuyan meziyetini ve Türk mizahına edebî vasıf kazandıran kalemini köreltememiş. Bu nezih dost arada bir fakîre kitap gönderir. Bu kez gönderdiği “Bitkilerle Sohbet-Bitkiler Üzerine Espriler-”, “Memur Olduğumu Kimseye Söyleme”, “Aşk1Yalnızlık Şarkısıdır (şiirler)” adlı yeni kitapları Kuğu Kitap yayınları arasında çıktı.

Bitkilerle Sohbet” kitabı sahasında tek eserdir. Kitabın alâmet-i fârikası şöyle târif ediliyor: “Bu kitap; mizahın, felsefenin ve bitkinin bir araya geldiği, alanında ilk özgün eserdir.” Yazarının ifadesiyle takdim edelim: “Siz, hiçbir çiçekle, bir ağaçla sohbet ettiniz mi? Onlara sevgiyle bakıp gönül gönüle konuştunuz mu? Siz, bir bitkinin hâl diliyle espri yapabileceğini düşündünüz mü? Siz, bir bitkinin penceresinden insana bakabildiniz mi? Siz, bir bitkinin insana ders anlattığına tanık oldunuz mu?”

“Bitkilerle Sohbet” kitabının münderecatı, Beydeba'nın Kelile Dimne’si ile Ezop ve La fontain’nin, hadiseleri “fabl” sanatıyla anlatımı gibi zengin ve güzel olup yerli kültür anlayışımızın zemininde ve felsefî doku içinde mizahî uslûpla insanlara ders veriyor. Bu “gıdalı” mevzuların başlıklarının bazılarını okuyunca dahi cerbezeli bir kitap olduğu hemen anlaşılıyor: “Zeytin Dalı ile Deve Dikeni”, “Gül Ağacı ile Meşe Odunu”, “Yonca ile Isırgan”, “Ökse Otu ile Maydanoz”, “Söğüt ile Servi”, “Çınar Yaprağı le Adam”, “Bitkiler Birliği”, “Çay ile Kahve”, “Patates ile Hıyar”, “Çınar ile Ceviz”, “Kabak ile Patlıcan”, “Dertli Adam ile Lotus Çiçeği”, “Bir Ağaçtan On Ders”, “Bir Çiçekten On Ders”, “Dilek Ağacı ile Sohbet” şeklinde bitkilerin diyalogları kıssalar gibi insanoğluna dersler veren edebî metin hâline gelmiş.

“Memur Olduğumu Kimseye Söyleme” kitabı da, Memurların traji-komik, dramatik hallerini, bazan sefil, bazan da bürokratik despot biri olarak karşımıza çıkmasını mizahî bir dille ele almış ki, yine sahasında pek yazılmayan bir kitaptır. Kitabı arka kapağındaki veciz cümlelerden tanımak bile okumayı celbediyor: “Memurluk da evlilik gibidir. İçine düşen kurtulmaya çalışır. Düşmeyen de etrafında dört dönüyor. Bu kitapla bürokrasinin mürekkebine biraz su kattım. Belki bürokratik zorluklarımıza gülebilmenin yolu açılır.”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi