Dil, Hazret-i İnsandır
Dil, hazret-i insandır; hazret-i insan dildir. Şeriata bağlılığından emin olan için dil, din; din, dil demektir. Dilin menbaı Efendimiz (s.a.v)’dir.
İnsanın aslı dildir. Hz. Âdem dünyaya indirilirken Ona ilk verilen emanet dildi. Dilin asıl kaynağına bigane kalıp dünyevî güç olarak gören aldanır. Çünkü hakikat dilde değil, dilin delâlet ettiği Kur’ân’dadır. Dil, hakikatin kendisi değil, hazret-i insana verilmiş emanettir.
“Rahman Kur’ân’ı öğretti, insanı yarattı, ona beyânı öğretti” âyetiyle (Rahman sûresi / 4) “insan” dan maksadın Hz. Âdem, “Beyân” dan maksadın ise “el-esmâ” olduğunu öğreniyoruz.
Dilin mukaddeslere bağlı olarak kullanılması “Esmâ” ile başlamış, bütün eşya ve kavramların, dimağ ve kalbin hissettiklerinin bu dille ifade edilmesi insana vazife kılınmıştır.
Dilin hazret-i insanla bir olması, Hz. Âdem'e dil öğretilmesiyle başlar. Hz. Âdem, dilin emanetiyle şereflenmiş ilk hazret-i insandır. İblis, bu dilden mahrumdur, dolayısıyla insan değildir.
Kudsî dile mensubiyetini kaybetmeyen her insan hazret-i insan mertebesindedir. Bundandır ki indirildiği yeryüzünde hilafet sahibi kılınmıştır. Hilafetinin sebebi dil öğretilmesinden, yani hazret-i insan olmasındandır. Dil, Hz. Âdem'e ve bu silsileyi şaşmadan devam ettiren hazret-i insana verilen hilafet vazifesinden dolayı bizzat onlar tarafından inşa edilmiş değildir. Hilafet sahibi yapıldığı için dil insana verilmiş ve dil hazret-i insanın kendisi sayılmıştır.
Ehl-i dil olmak, dilin hakkını vermek gerek. Dilin hakkını vermek için hazret-i insan olmak gerek önce. Hazret-i İnsan olmak için Efendimiz (s.a.v)’in dil kapısına durmalıdır. Dil, vahiy dilinin muhatabı Resûller Resûlü’nün dilinden beslenmedikçe hazret-i insan olamaz.
Her taifenin bir dili vardır. Ham ervahın dili, çarşının dili, âriflerin dili. Hazret-i insanın dili âriflerin, evliyanın, mürşid-i kâmillerin dil kapısında neşv ü nema bulur.
Dil vardır, malâyanîdir; içi boş mânasız konuşmadır. Dil vardır, “şâkirdir”; konuştuğu her kelimede “Eş-Şekûr olan Allah (c.c.)’a teşekkür eden” ve faydalı şeyler konuşandır.
Dil vardır, “şeytandır”; Hak karşısında daima kötü ve denî konuşan dildir. Dil vardır, “melektir”; Allah (c.c.) ile dosdoğru bağ kuran insan melek gibi bir dil sahibi yapılmıştır.
Dil vardır, “cehenneme odun taşır”; gıybet, yalan, dedikodu ve iftira ile başkalarına zararı verir. Dil vardır, “cennete tohum saçar”; dilin asıl kaynağına bağlılığını unutmaz, dili mesuliyet içinde kullanır ve sükûtu tercih eder.
İlmim yok, haddim değil, fakat cezbe hâlindeyken dil, fakirde tarikat ve marifet mertebesinde bir sığınaktır. Dilin sûretine, yani kabuğuna değil meftunluğum, yaşattığı ve götürdüğü yerdir. Dil, kendimi bildiğim ve seyrettiğim bir aynadır.
Lisan-ı âşinaların yanında başımın ve kalbimin ağrısı gider, gönlüm inşirah bulur. Lisan-ı edebi bilenlerin sohbetinde dünyevî ağrı ve vesveselerim kaybolur. Lisan-ı hâl sahiplerinin yanında kalbim elest bezminden ve mâveradan sözler dinlemiş gibi olur.
Ehl-i irfanın dilini idrak edememiş bir dille karşılaştığımda uzaklaşırım. Gönülden sâdır olmayan kuru-yavan, fikirsiz, mânasız bir dille karşı karşıya kaldığımda kalbime ağrı girer, azap çekmeye başlarım.
Tefekkür, edebiyat ve tasavvuf dilini bilmeyen ham ervahın dilindendir başımın ve kalbimin ağrıları. Bundandır ki sokağa çıkmaya korkar, nâdan bir dil gördüğümde yolumu değiştiririm.
Lisan-ı mütedavil, yani piyasanın, alışveriş yerlerinin dilini kullananların semtinden uzak dururum. Çarşıda dünya ve alışveriş dilini kullananlar fazla. Şimdiki zaman insanı gönül dilinden kaç kelime biliyor?
Hz. Yunus Hak diliyle, Hz. Mevlânâ “Dilsiz dudaksız bir dille”, Hz. Süleyman Kuş diliyle, insan-ı kâmil ecdâdımız hâl diliyle konuşurdu.
Bu mübarek dillerin menziline varmaya gücüm yok! Mekteb-i İrfan’ın, yâni Ali Hocam’ın dilini bilmektir muradım. Ali Hocam’ın sohbet diliyle seyr u sülûka girmek, Dil Kapısı’na varmak isteyenler için bir istikâmettir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.