Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Muhafazakâr ya da modern olmak!

Muhafazakâr ya da modern olmak!

Eskiden bizimkilere “mutaassıb” derlerdi.. Hatta kendilerini “mutaassıb” olarak tanıtırdı, bizim mahalleden birileri..

Taassub “körü körüne inanmak” anlamına geliyor. Yani, Müslüman “mutaassıb” olmaz.. Kur’an-ı Kerim  “bilmediğin şeyin peşine düşme” der..

Şimdi “muhafazakâr” diyorlar.. Bizimkilerden bazılarının aklında “dini muhafaza” “tarihi/geleneği muhafaza” gibi bir anlamı var bu kelimenin.. Oysa “İki günü birbirine eş kılan aldanmıştır” diyen bir peygamberin ümmetinin alameti farikası “mufazakârlık” olmaması gerekir.. Çocuklarını yaşayacakları zamana göre hazırlamaktan söz eden bir anlayış geçmişe saplanıp kalamaz.. “Atalarının dini”nden söz eden bir kitap, sahih gelenekle geçmişi savunsa da, bütünü ile her şart altında geçmişi savunmaz.. Tarih bu anlamda övgü ya da sövgü kitabı değil, ders alacağımız bir tecrübeler birikimidir! Aslolan kökü mazide olan ati olabilmektir.. “Harabi” ya da “Harabati” değil!

“Muhafazakâr olmama”nın karşılığı “modern” olmaksa biz “modern” de değiliz aslında.. “Çağdışı” da değiliz, “çağdaş” da.. Eskiden bu kelimenin karşılığı “asri” idi..

Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Asri Aile” isimli bir de şiiri var.. “Lüküs Hayat” bu ailelerin özlem duydukları “Yaşam tarzı” idi.. “ Oğlan hoppa, kız züppe, ana sürtük, baba kaz  / Bundan daha asri bir aile olamaz / Asriliğin manası edep, irfan demektir. /  Bizdekine gelince düpedüz ... yemektir”

Çağdaşlık kanalına bir girdiniz mi, size “Mode” ve “Norm”lara uymaya zorlayacaklardır.. Kendi “Adab-ı muaşeret” kurallarını “moda”olarak size dayatacaklardır. Normal olmak istiyorsanız, onların “mode”rnite kalıplarına girmek zorundasınız. Yoksa sizi anormal olarak görecekler ve ayıplayacaklar, köylü- çağdışı, dünyadan habersiz kaba bir adam olarak dışlanacaksınız..

Bunların “doğal” dedikleri, “organik” dedikleri, “hijyen” dedikleri şeylerin çoğu bir aldatmaca.. Doğalmış! Doğaya ait olmayan ne var dünyada. “Fıtri özelliği bozulmamış” demek istiyorlar ama, bunu kendilerine göre tanımlıyorlar.. Ya da organik ne demek. “Canlı bir organizmanın parçası olan” her şey organiktir.. İnorganik ise cansız nesneler için kullanılır. Domuz eti organik olabilir. Tuz da inorganiktir.. Hijyen, “Temizlik tanrısına sunulan, o kaygı ile hazırlanan ürün için” kullanılan bir tanım. Domuz kasabı hijyen kurallarına uygun davranırsa, o da hijyenik olmuş oluyor.

Dikkat ederseniz bunların hiç biri bizim dünyamızı açıklamıyor..

Dünyamızı tepe takla ettiler.. Biz sağ elle yemek yeriz, onlar solla yememizi öğütlüyorlar.. Biz iki öğüt yeriz, onlar 3 öğün yediriyorlar. Peygamberimiz bir gün yer, bir gün oruç tutardı.. Biz tatlı ve meyveyi önce yeriz, onlar sonra yediriyorlar. Biz tek tip yeriz, onlar çok çeşit sunuyorlar. İki hayvansal gıdayı aynı öğünde almak sakıncalı. Ama bize Osmanlı mutfağı diye sunuyorlar!. Bizim acıkmadan yemememiz, doymadan kalkmamız gerekiyor, onlar bizi başka türlü davranmaya zorluyor..

Biz Muhafazakâr da olmayacağız, Modern de.. Biz kendi dünyamızı kendimize özel kavramlar ve kurumlarla açıklayacağız.. Bizim bilimimiz, sanatımız, hukuk düzenimiz, mimarimiz her şey farklı olacak.. Mutfağımız, şifa kaynaklarımız farklı olacak..

Bizim bilekçelerimiz ruhumuza, beynimize geçmiş. Sanki başka türlü düşünemiyoruz..

“Düne dair ne varsa dünde kaldı cancağımız, şimdi yeni şeyler söyleme zamanıdır” der Mevlana da, belki de bu sözü bu gün şöyle söylemek gerek: Gelecek dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni hayaller kurma zamanıdır.. Biliyorsunuz gelecek yıl giyeceğimiz elbiselerin kumaşları bu günden dokunmaya başlandı, önümüzdeki 5 yılın teknoloji çalışmalarının ARGE’leri tamam!

Birilerinin peşine takılarak bir yere gidemeyiz..

Yaşadığımız günler bize ders olmalı.. Mısır, Suriye, Filistin, Türkiye.. Biz “Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz”.. Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilmeli.

Sadece sandıktan çıkılarak iktidar olunmuyor.. Alimlerimiz, iş adamlarımız ve STK’larımız nerede..

Keşke şu markalarımızın logolarını ve isimlerini yeniden düşünsek. Şu kataloglarımızı, afiş ve sloganlarımızı.. Batının bize dayattığı kayram ve kurumların arasına sıkışıp kaldık. Bu şekilde bir yere gidemeyiz..

Gecekondudan çıkanlar için gelinen nokta bir değer ifade edebilir, ama bizim mimarimiz bu değil. Yediklerimiz içtiklerimiz bizim değil. Daha doğrusu fıtrata uygun değil..

Bu siyaset yapma biçimi, bizim medeniyetimize ait değil.. Yeni bir felsefi sıçramaya ihtiyacımız var.. İhtiraslarımızı Kapitalizmle besleyerek, vicdanımızı sosyalizm ya da demokrasi ile dinlendirerek cennete ulaşamayız..

Bir çok şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor..

Bize yüklenen ilahi misyon ulus devletimizin refah ve mutluluğu ile sınırlı değil. Ya da sadece İslam ümmetinden sorumlu değiliz.. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz.. Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmayacağı gibi, yeryüzünün bütün açları da ümmetin yetimi olacaktır..

Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Asri Aile” şirini hatırlıyoruz.. Pahalı evler, arabalar, lüks tatil kampları ve marka kıyafet ve aksesuvarlar..

Dünyadan kam almaya geldiklerini sananlar ve yeryüzünde ebedi bir hayat ve yeryüzünde bir cennet hayali kuranlara çile ve hüznün keyiften daha değerli olduğunu hatırlatmak isterim. Resul şöyle buyuruyor: “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.”

Selam ve dua ile..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Abdurrahman Dilipak Arşivi