Haindir zevk alan Amerika’ya hizmetten veya vatan hainliğinin târifi
Yazı başlığının ilk cümlesi, Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’nde geçen “Köpektir zevk alan, sayyad-ı bîinsafa hizmetten” (Köpektir, insafsız avcıya, yâni düşmana hizmet etmekten zevk alan) mısraından yaptığımız bir uyarlamadır.
Küffara, yâni Batılı devletlere Türkiye aleyhinde siyasî, fikrî, edebî, iktisadî ve askerî cihetten zemin hazırlayanlara, yataklık ve ajanlık edenlere, vatanın ve milletin varlığını zayıflatanlara vatan haini denir.
Vatana ihânet, vatan hainliği ya da hıyânet-i vataniye, meşrûiyetini milletten alan devlet veya hükümeti devirmeye, düşmanlarla içeride ve dışarıda işbirliği etmeye, vatan savunmasında savaştan ve askerlikten kaçmaya yönelik eylemleri hâvî suç türüdür.
VATAN HAİNLİĞİNİN EN TEMEL TÂRİFİ DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPMAKTIR
Vatana ihânetin en temel târifi, İslâmî zihniyete sahip ve meşrûiyetini Müslümanca hayat isteyen ve yaşayan toplumun hâkimiyetinden ve reyinden alan devlet ve hükümete karşı türlü yollarla muhalefet etmek, anarşi çıkarmak, gücünü zayıflatmak ve bu eylemlerinde düşman devletlerle işbirliği içinde olmaktır.
VATAN HAİNLİĞİ TÜRLÜ TÜRLÜDÜR
Vatan fikrini, yâni millî (İslâmî mânasına gelen) endişeyi, grup varlığının veya ideolojik ve siyasî gayesinin gerisinde tutanlar türlü türlüdür. Türkiye'nin zararını kendi grup, dernek, vâkıf, cemaat, siyasî parti ve ticarî kuruluş emellerine kâr görenler haindirler.
Elbet bir gün hilâfetin sahibi ve İslâmî meşrûiyetin geçerli olacağı bir devlet olma istikâmetine dönecek olmasını ümit ettiğimiz Türkiye’nin tarihî düşmanları olan Hıristiyan Batı’yla “diyalog” müdafiliği adı altında istihbarî görev yapanların pozisyonu vatan hainliği çizgisine gelmiş bulunmaktadır.
Fikirleri itibariyle başlangıçta vatan hainliği gibi emelleri olmayanlar bir müddet sonra indî varlıklarını koruyabilmek için Amerika ve İsrail gibi sömürgeci ve küfür birliğiyle iş tutmakta beis görmediklerini ve “Medeniyetler ittifakı” adı altında küfür birliğinin Türkiye’de ve İslâm âlemindeki yıkıcı faaliyetlerine desteklerini aşikâr etmişlerdir. Ayrıca PKK ve yandaşları olan siyasî parti ve dernekler, Türkiye’yi parçalamak gayesiyle düşman devletlerle işbirliği içinde olduklarından hainlik sıfatını haizdirler.
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır” (Mâide: 51) âyeti ışığında vatan hainlerinin, yâni Türkiye’nin iç ve dış düşmanları lehine çalışanların özelliklerini ve statülerini tesbit etmek mümkündür.
DÜŞMAN NÂMINA KARGAŞA ÇIKARMAK VE MUHBİRLİK YAPMAK HAİNLİKTİR
Türkiye’de kargaşa çıkarmayı, darbe yaptırıp siyasî ve iktisadî varlığın çökmesini plânlayan düşmanla ve içerideki işbirlikçileriyle bir olmak, düşmanın nâmına çalışmak, yayın yoluyla muhbirlik yapmak ve benzeri her türlü faaliyet hainlik vasfını haizdir. Amerika’yı, yâni küffarı dost gösterenler, âlet olanlar, onun kötü emellerinden söz etmeyenler hainlik libasını giymiş olanlardır.
KİM DİNÎ EĞİTİM GAYESİYLE DE OLSA AMERİKA’DA VATANINA BİGÂNE KALABİLİYORSA HAİNDİR
Kim dinî eğitim gayesiyle de olsa küffar diyarında kalmayı yeğleyip, kendi indî varlığını milletinin ve vatanının menfaatinden üstün tutup önceliyorsa onun din ü vatan kaygısının olmadığı anlaşılır.
Kim, Bediüzzaman Hazretlerinin “Memleket dahi bir hânedir ve
vatan dahi bir millî ailenin hânesidir. Madem ben de bu vatanın bir
evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır” sözünü unutup, Türkiye düşmanlarının ülkesinde sözde dine hizmet ettiğini iddia ediyorsa onun millî (İslâmî demek) duyguları hasar görmüştür.
İnsan-ı kâmillerin sözüdür: “Millet ve vatan ruh ve ceset gibidir. Vatansız bir millet olmadığı gibi, milletsiz vatan da harabe bir ev gibidir. Bu hâne içinde büyümüş, ilim ve irfandan nasibini almış vatanperver şuurlu bir insanın hayatı boyunca bu nimete şükretmesi dinî bir borçtur. Onu bir vâlide gibi hakiki ve kusursuz sevmeli ve hizmetinde bulunmalıyız.”
Kendi menfaatlerini, vatanın ve milletin menfaatine tercih eden bir kimse vatan ve milletine ihânet etmiş sayılır. Efendimiz (s.a.v.) vatanını pek ziyade severdi. Mekke’den çıkarttıkları gün “Ey Mekke! Vallahi göçe mecbur olmasaydım senden ayrılmazdım” diyerek mübarek gözyaşlarını döktüğünü unutanlar, ecnebi beldelerde Müslüman kimliği taşısa da hainlik sıfatından kurtulamazlar.
TARİHTEN BUGÜNE VATAN HAİNLERİ
Kardeşi Bayezid’i tahttan indirip payitahtı ele geçirmek isteyen, mağlup olmasına rağmen sulha yanaşmayıp iktidar hırsı ile İslâm düşmanlarıyla anlaşıp Rodos şövalyeleriyle kaçarak bir daha vatanına dönemeyecek olan Cem Sultan ilk vatan hainliğinin trajik bir numunesidir. Okuyanlar bilir ki, Cem Sultan pişman olup tövbe ettiği içindir ki hasretini çektiği vatan toprağına cenazesi gelebildi ancak.
YABANCI DEVLET KAPISINA SIĞINAN İLK HAİN MİDHAT PAŞA’DIR
“Osmanlı târihinde yabancı devlet kapısına sığınan ilk Sadrâzam Midhat Paşa’dır.” Kaynaklarda anlatıldığı üzere “Fransız Konsolosluğuna gitmekliğim, târih-i ömrümün bir lekesidir ki, yalnız bana değil, evlâd u a’kâbıma (arkam, ardım olan çocuklarıma) dahi kalacak bir şeyn-ü ar (yüzkarası olmuş namus) olduğunu itiraf ederim.”
VATAN HAİNLİĞİ DEYİNCE JÖNTÜRKLER AKLA GELİR
Vatan hainliği deyince çokça Jöntürkler akla gelir. Hainler, “hürriyet ve istibdat” dolayısıyla vatanı terk ettiklerini söyleseler de çok zaman bu gayelerinin dışına çıkmış, farklı iktidar hırsıyla devlet ve millet düşmanlarıyla işbirliği yaparak ihânet içinde olmuşlardır.
Sultan Abdülazîz ve Abdülhamid Han devirlerinin hainleri ya Fransız’a, ya İngiliz’e sığınırlardı. Bu devletlerin taktik ve destekleriyle Padişaha Avrupa lehinde ıslahat yapmayı dayatırlar, yâni iktidarı terk et mânasına gelen mektuplar gönderirler, gazete ve dergiler çıkararak ajanlığını yaptıkları ülke adına muhbirlik yaparlardı. Türkiye’nin yazgısına bakın ki ülkesinden çıkıp hainliğe soyunanların alayı Avrupa’nın merkezlerinde besleniyor ve ülkesine karşı “demokrasi, hukuk, hürriyet” gibi isteklerle yönlendiriliyordu.
Vatan hainliği bazan Namık Kemal’in yaşadığı geçici olarak ifsad olmuş düşüncelerle de başlar. Ali Süâvî Londra’da çıkardığı Muhbir gazetesinde, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Jön Türkler 1868’de Paris’te Hürriyet gazetesini çıkarmışlardı. Bu gazetelerle Devlet-i Âliye’yi düşman yardım ve teşvikiyle tehdit ediyor, askerî ve sivil bürokrasi eliyle Padişah aleyhinde kışkırtıcılık ve Avrupa lehine istihbarat görevi yapıyorlardı.
Vatanlarını Avrupa’ya şikâyete çıkan Jöntürklerden Ali Şefkatî İtalya’dan karıştırmaya çalışır Devlet-i âliye’yi. Napoli ve Cenevre’de İstikbâl gazetesini çıkartarak gizli yollardan İstanbul’daki hainliğe aday olan Tıbbiye talebelerine gönderiyordu. Bunlar, bugünkü Kemalist Cumhuriyetin kurucularının zihniyetinde olan, “Bunca zamandır Âl-i Osman hükümran oldu. Biraz da Âl-i Midhat saltanat sürsün! Olmazsa Âl-i Osman, olsun Âl-i Midhat!” diyen hainlerin başı Midhat Paşa’ya hizmet ediyorlardı.
VATAN HAİNLERİNDEN ENÇOK ÇEKEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’DIR
Abdülhamid Han’ın eniştesi Damat Mahmut Paşa ve oğlu Prens Sabahaddin, sözde istibdat rejimini bahane ederek, Paris’te kendilerini bekleyen hain Jöntürklerle işbirliği yapan trajik birer vatan hainleridir. Prens Sabahattin hain değil, farklı idare şekli anlayışına (Âdem-i merkeziyet) sahip fikirlerinden dolayı vatanını terk etmiştir, diyenlere ifade edelim ki, farklı düşüncesinden dolayı değil, bu düşüncesini düşman devletlerle işbirliği yaparak gerçekleştirmek istediği için haindir. Aynı devlet ve millet zemininde fikrî ve siyasî muhalif olmak ayrıdır, gayesini düşman bir devletle işbirliği yaparak gerçekleştirmek eylemi ayrıdır.
Vatan hainliğinin bir başka numunesi de Abdülhamid Han’ı Avrupa merkezlerinden sıkıştırmak yoluyla devleti sözde reformlar adı altında yıpratarak iktidarı ele geçirmek isteyen Jöntürklerin elebaşlarından Ahmet Rızâ’dır. Bu hain taifesinin hainliklerini Sultan Abdülhamid Han’dan dinleyelim:
“Bunca okumuş, düşünmüş, kendisini dâvasına vermiş vatan evlâdının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem. Sâdece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti! Hem öldüler, hem de vatandan oldular! Kendilerine Jön Türkler denilen kimseler aslında üç-beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa’da benim aleyhimde çalışmışlar, benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlardı. İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yâni bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır.”
Darbe ile “hâl” edildikten sonra devrin Rus ve Alman elçilerinin, kaçması için yardım tekliflerine karşı Sultan Abdülhamid Han’ın sözleri bütün vatan hainlerine ibret olacak sözlerdir: “Etlerimi cımbızla koparacaklarını da bilsem, bir ecnebi devlete ilticayı düşünmem. Vatanımdan kaçmak mûcib-i ardır(namus sebebidir). Hattâ bu, benim gibi otuz üç sene bir devlete padişahlık etmiş bir insanın irtikap edemeyeceği en büyük alçaklıktır” demiştir.
HAİNLİĞİ SÖZDE EDEBİYAT YOLUYLA YAPANLAR
Hainliği sözde edebiyat yoluyla da yapanlar var. Roman yazarak Türkiye’yi, yâni Müslümanları Batı’ya kıyıcı ve adâletsiz olarak gösteren ve hainliğinin karşılığı olarak Nobel ödülü alan Orhanoviç Pamukyan da bir başka hain türüdür. Edebiyat ve düşünce yoluyla hainlik eden taifenin ilk numunesi olarak Tevfik Fikret ve oğlu Hâluk Fikret’i sayabiliriz. Baba Fikret, “Milletim nev’i beşer, vatanım rûy-i zemin, Kitabım sahn-ı tabiat kitabı, din-i hak, bence din-i hayat ” demekle, oğul Fikret ise mühendislik tahsili için gittiği Amerika’da Protestan papaz olmakla millet hüviyetine hainlik etmişlerdir.
Menderes’in Demokrat Parti devrinde “Vatana kazandırılması düşünülerek affedilen” komünist şair Nazım Hikmet, serbest kaldığında ilk işi kaçıp Sovyet Rusya’da, Avrupa’nın sosyalist ülkelerinde yazıları ve radyo konuşmalarıyla ölene kadar Türkiye’ye hainlik etmiş numune hainlerdir ki bu ülkede onun vatan hainliğini şiar edinenler çoktur.
KEMALİST DİKTANIN VATAN HAİNLİĞİ KAVRAMI İSLÂM KARŞITLIĞI ÜZERİNEDİR
Kemalist Cumhuriyetin, yâni resmî ideolojinin muhalifi olanların hain ilân edildikleri malûm. Meselâ; İskilip Âtıf Hoca, Said Nursi Hz.leri Kemalist rejime karşı İslâmca fikirleriyle açıktan muhalif oldukları için hain ilân edilmiştir. Oysa bu âlim ve fâzıl insanlar hain değildirler. Hainliğin şartlarını ve muhtevasını kendi devrimci ideolojileriyle çatışıp çatışmadığına bakarak belirleyen Kemalist sistemin sahibinin, “Nutuk” ta Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, A. Fuat Cebesoy gibi paşaları vatan hainliği ile suçlaması tamamen indî ve ideolojiktir, Dahası bu paşalar tavır ve düşünceleriyle tek adam otokrasisine dayanmayan bir Cumhuriyet taraftarı oldukları için hain sayılmışlardır.
Kemalist devlet, vatana ihânet kavramını “Cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için harekette bulunanların eylemi” şeklinde kanunlaştırmış ve ardından 15 Nisan 1923 tarihinde “Hıyânet-i Vataniye Kanunu” nun vatan hainini târif eden birinci maddesini, İslâmî müesseseleri düşünce ve eylem yoluyla talep edenleri ihtiva edecek şeklinde değiştirmiş ve “Saltanatın ilgasına ve hukuk-u hâkimiyet ve hükmüranîsinin (…) Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i mâneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair (…) karar hilâfına (…) muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan hain-i vatan addolunur” ifadesi ilâve edilerek saltanatı geri getirmeye çalışanların vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır. VATAN HAİNLİĞİNİN MUHTEVASI KEMALİST REJİME GÖRE HER DARBEDE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR “İslâmcı bir ayaklanma” olarak gösterilen “Şeyh Sait ayaklanması” üzerine 1925’de Hıyânet-i Vataniye Kanunu’na yeni bir ilâve daha yapılır ve “Dini veya mukaddesat-ı diniye’yi siyasî gayelere âlet ittihaz maksadiyle cemiyetler teşkili memnudur (yasaktır). Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar hain-i vatan addolunur” şeklinde ifade edilir. Vatan hainliğinin muhtevası birkaç yıl sonra, hilâfeti ve Kur’ân harflerini talep edenleri ve inkılâplara karşı olanları içine alacak şekilde daha da genişletilerek Kemalist Cumhuriyet rejimine uygun olarak değiştirilir. Vatan hainliği kavramı, Atatürkçü Cumhuriyetin laikçiliğinde “gevşeme görüldükçe” 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül darbe anayasalarında da “dinin politikaya âlet edilemeyeceği…” ve “Atatürk milliyetçiliğinin tayin ettiği cumhuriyet rejimini yıkmak ve ortadan kaldırmak…” şeklinde yeniden târif edilerek pekiştirilir. Şüphesiz ki bu târifler, din ü millet ve din ü devlet anlayışına uygun vatan hainliğini ihtiva eden târifler olamaz. Çünkü kendi fikir ve gayesine veya bir oligarşik grubun zorbaca dikte ettiği siteme uygun tariflerdir. Hülâsa bir ifadeyle, “Sıkışınca yabancıya sığınmanın” adıdır vatan hainliği. --------------------------- İLÂVE YAZI: YOLDAKİ KALEMLER DERGİSİNDE YÜREĞİMİN ÜSTÜNDEN GEÇEN BİR ŞİİR: “BABAMIN BAVULU” Ey azizan! Bazı çevreler ve muarızlarım, fakîri “faşist ve işi gücü Cumhuriyeti yıkmakla uğraşan duygusuz bir muharrir” olarak tavsif ediyorlar. Oysa fakîrin yüreği hep yanındadır. Yolda bir kedi ölüsü görsem oturup başında ağlarım. Yüreğimin üstünden geçen bir şiir okusam hüzün ve gurbet duygularına gark olurum. Hikâye yazarı Hasan Ejderha’nın emek verip, yayın müdürlüğünü yaptığı, birinci ve ikinci kuşak dildaş ve edebiyatseverleri bünyesinde toplayan, dergi boşluğunu bütünüyle tamamlayan ve bir hayli okuyucuya sahip olmaklığını sürekli artıran “Yoldaki Kalemler” ([email protected]) kültür, edebiyat ve sanat dergisi hüviyetini haiz bir adrestir. Hasan Keklikçi, Musa Yıldız, Mehmet Muharremoğlu, Enver Çapar, Fazlı Bayram, Gün Sazak Göktürk, Mehmet Yaşar, H. Ahmet Eralp, Şeyhşamil Ejderha, Murat Türkmenoğlu, Bekir Büyükkurt, İsmail Sağır, Hilal Ejderha, Bilge Doğan Kepek, M. Memduh Göktürk, Mustafa Söyler, Sadık Önkala, Mustafa Alper, Ufuk Türk, Süleyman Kılıçbay, Mehmet Fatih Kıyak, Akın Burak Soylu, Akif Lütfi İnanç, Levent Nergiz, Burak Kırlangıç, Sibel Kök, Metin Acar, Emrah Karaca, Ayşe Özdemir, Merve Çayır, Can Mutlu, Ali Küçükkurtul, Süleyman Aydemir, Abdullah Kazak, Hüseyin Cenk Şavkılı, Meltem Kızmaz, Hidayet Bağcı, Güzelay Bekiroğlu, Fazlıalp Ejderha, Derviş Ömer, Melike Belkıs Kızmaz, Merve Söyler bu güzel dergide yazan bazı isimlerdir. Sadede geliyorum. Bu dergide gönül dostlarımdan şair ve yazar Memduh Atalay’ın “Babamın Bavulu” adlı şirini okuyunca bilseniz nasıl hüzünledim. Bu şiirin dediklerini, yâni milletine ağyar devleti tarafından yoksul ve “kendi vatanında öksüz” bırakılmış babalarımızın hallerini ancak birinci kuşak anlar: “Önce asker bavuluydu tahtadan küçük / On kuruşluk asker cıgarası ve palaska / Dışından yokluk okunurdu içinden başka / Sonra gurbetçi bavuluydu elinde sımsıkı / Yastık gibi başını koyup yaslandığı / Her istasyonda biraz ağırlaşan / Dünyadan taşıdığı tek varlığı / Ne klasik roman bildi ne yazı / Hep gerisinde durdu yaşamakların / Bir ölüm bekçisiydi tüm zamanlarda / Dağı okuyarak kazanmıştı dağ gibi duruşu / Eli ekmeğe yettiği günden beri / Teriyle suladı toprağın kıracını / Çiçeksiz sevgilerin tutuşan Keremiydi / Sürerdi kanayan yaralarına sabır ilacını / Ölüm bavulunda şimdi babamın / Gül suyuyla yıkanmış bir kefen çıktı / Eskimiş bir menakıb-ı on iki imam / Bir de siyah beyaz resmi yalnızlığın / Dağca yalnızlığı bir bavula doldurup / Koştu sır vermeyen pirlerin izinde / Tahta bavul hala gül kokusu üstünde / Der: her gün Kerbela her ay muharrem .” ------------------------- FİKİR DÜKKÂNI DİLİNDEN NÜKTELİ BİR VAK’A DAHA Ey azizan! Bilirsiniz ki fakîrin hiçbir siyasî partiye kaydı ve müdavimliği yoktur. Hal böyleyken, gönül dostlarımdan Türkçe muallimi Enver Çapar fakiri arayıp, “Başbakanın mitingine gitmek isterseniz götüreyim…” diyor. Lâ havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim. Herhalde, Dr. Mehmet Ceran’la karıştırdı fakiri. Şüphesiz ki vesayetçi Cumhuriyetin belinin iyice kırılması için Hükümet’in devamından yanayım. |
|
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.