Hoşgörü Ödülü’nü reddediyorum!
Duydum ki, Fetullah Gülen’in (Ben adının “Fethullah” olduğunu sanıyordum, resmi kayıtlarda “Fetullah”mış. Savcılığa gönderilen şikayet dilekçesinde bunun böyle olduğunu gördüm, onun için o zata resmi adı ile hitap ediyorum) avukatları aleyhime savcılığa suç duyurusunda bulunmuşlar.. Davalı olduk yani anlayacağınız..
Eee, bu durumda herhalde onların verdiği ödülü de reddetmem gerek. Ben bu ödülü reddediyorum!
Sadece bu sebeble değil. Gelinen noktada ne “hoşgörü” kaldı ne de “diyalog” arayışı.. Ben Mavi Marmara’da adeta bu kampanyanın sözcülüğünü yaptım. İsrail yandaşlığı uğruna İHH ve Mavi Marmara’yı hedef alanların ödülü benim için ödül değil, artık istenmeyen bir yüke dönüştü..
Ben Kudüs, Filistin ve R4bia platformlarının da sözcülüğünü yaptım, yapıyorum.. “İsrail muhibliği” uğruna bütün bu değerler karşı öfke yüklü bir hareketin bana verdiği bir ödülü daha fazla taşıyamazdım..
Zaten onlar da benden, benim yaptıklarımdan çok da memnun değillerdi.. Benim Toktamış Ateş’le birlikte başlattığımız bir hareket onların vitrininde hoş bir dekor olabilirdi! Açıkçası kullanıldık!.. Zaten bir süre sonra, vakfın tanıtım kataloglarından benim adımı ve resmimi çıkarttılar.
Bir zamanlar da gazetelerinde leyhte ya da aleyhte adımın geçmesini yasaklamışlardı. Akıllarınca beni “ademe/yokluğa mahkûm” edeceklerdi.. 1989 sanırım; Ulvi Alacakaptan’ın “Çala Daktilo” diye bir kitabı var, eski yazılarından derleme.. O zamanlar Alacakaptan Zaman’da yazıyordu. Orada da alıntılandığı, Zaman’daki köşesinde benim adımı geçirdiği için, yazısından adımı çıkartması istenmiş, o da çıkartmayınca Zaman’daki yazarlığından olmuştu! Sonra ödül verdiler. Beni tavlamaları gerekiyordu.. Birileri benim de bu yapıda yer almamı istiyordu. Kabul etmeyince ipler tekrar koptu..
Ben bunları 1970’den itibaren tanırım. Daha öncesi de var da, öyle ciddiye aldığım bir şey değildi.. 43 yıllık yazarlık hayatımda, bir şekilde hep bunları bir şekilde izledim..
İtiraf etmeliyim ki, ben her zaman ve herkese karşı “hoşgörülü” biri değilim. Hoş görülmeyecek şeyleri hoş görmek istemem. Hatta birilerini “hoş görmem” aynı zamanda “sen yanlış yapıyorsun, ama ben seni hoşgörüyorum” gibi, karşısındakini küçümseyen bir bakış açısı da var, aslında işin içinde.. Bu düşüncelerimi de ilk kez açıklamıyorum.. “Hoşgörü” yerine “ Hüsnü zan” etmeyi tercih ederim.. “Yaratılına hoş görmek, Yaratan’dan ötürü” çok farklı bir anlayışı ifade eder. Ona bakarsanız Şeytanı da Allah yarattı! “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye mahtaç, bana da sen lazımsın”.. Şeytanın da, domuzun da bir yaratılış hikmeti vardır elbette!
“Diyalog” konusuna gelince, “tearüf etmek”, “bilişmek” bize hep öteden beri öğütlenen şey değil mi? Ben de hep, öteden beri insanlarla konuşmayı “güzel sözle ve hikmetle hakkı söylemeyi” tercih ettim. Hayatım boyunca yazı ve sözle bunu yapmaya çalıştım.. Ama hiçbir zaman “dinler arası” değil, herkesle “Medinetül Fazıla”ya ulaşmak için, “hılful fudul” anlayışı ile yapmaya çalıştım.. Birbirimizi ikna etmesek de yaratılış gayemiz olan “tearüf” (Bilişmek) gereği, en azından kendimi anlatmak ve karşımdakini tanımak için böyle yaptım..
1995’de bize bu hoşgörü ödülünü vermişler.. 19 yıl sonra bugün, bu hoşgörü ödülünü reddediyorum.. Bugün, ne ben onları hoşgörüyorum, ne de onlar beni..
Bugün cuma.. Seçimlere iki haftadan daha az bir zaman kaldı.. Yaşananları, yazılıp-çizilenleri biliyorsunuz.. Ortada ne diyalog ve ne de hoşgörü kaldı.. Bu olaylar bu noktaya gelmeden yaptığım diyalog girişimleri de sonuçsuz kaldı.. Bu işlerin böyle olacağı belli idi.. Ortada bir “Cemaat” filan yok.. Bu iş Erdoğan-Gülen ihtilafı da değil. Ya da AK parti-cemaat hesaplaşması da değil.. Bu Türkiye ile İsrail’in örtülü bir hesaplaşmasından da ibaret değil.. Bu iş uluslararası sistemle İslam ümmeti arasındaki bir hesaplaşma..
Bu hareket görüldüğü kadarı ile bir CIA, MOSSAD, Vatikan’la ortak bir proje.. Dine karşı bir din, paralel bir din arayışının ürünü.. Türkiye üzerinden bu yeni dini İslam coğrafyasına yaymayı gaye edinen bir hareket.. Paralel bir devlet yapılanması ile iktidarı ele geçirmeye, derin devletin içinde söz sahibi kılınmaya çalışılan bir hareket. Ergenekon-Balyoz bu anlamda, derin devleti tasfiye değil, içerideki siyasi ömrünü tamamlayan ulusalcı, kemalist, laikçi kadroların ayıklanıp, yeşil sermaye, ılımlı İslam ve daha doğrusu devleti ele geçirerek toplumu dönüştürmek isteyen, metodik anlamda Kemalist bir öz taşıyan Yeşil Kemalistleri sisteme enjekte ve entegre ederek derin devleti tahkim operasyonu idi..
Hem böyle düşünüp, hem de bu ödülü taşımaya devam etmem elbette bir çelişki oluşturacaktı. Zaten yazı yazdığım gazeteyle de davalı.. Karşılıklı ciddi bir güven krizi sözkonusu.. Onun için bu ödülü reddediyorum.
“Allahım, bize hakkı hak, batılı batıl göster. Hakta toplanmayı nasib et.. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.”
Selâm ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.