Ezik Türkler!
Bu topraklar etnik tanımlamalarla geç tanıştı. Bilhassa Türkler, kendi etnik aidiyetlerini öne sürmezlerdi. “Türk”lük moda olduğunda da, sözü edilen Türk’ün etnik aidiyetle övünmekten kaçınan Türkler olmadığı anlaşıldı. Etnik Türk “sentetik Türk”tü. Onlar kendilerine “Türk” diyerek mutlu olanlardı! Her halde “beyaz Türk” denilenler bu sentetik Türklerdir!
Türk tarihen müslümandır. Dünyanın doğusundan batısına kadar Türk denildiğinde “müslüman” anlaşılır. Bu Hindistan’da böyledir, Avrupa’da da.
Peki “sentetik Türk” müslüman mıdır?
O “laik” olduğunu iddia eder.
Bu laiklik objektif laiklik değildir. İdeolojik, dine düşman laikliktir. Türkiye’de din düşmanlığı Türk düşmanlığı ile eşdeğerdir! Türk’ün bütün değerleri, dine bağlıdır, din kaynaklıdır. O yüzden Cumhuriyet’in tek parti devrinde dine karşı olduğu kadar, bu toprakların bin yıllık kültürüne karşı da savaş açılmıştır. Dili, müziği, hayat tarzı... velhasıl her şeyi saldırıya maruz kalmıştır, tahkir edilmiştir, tahrib edilmiştir.
Bu dönemde ancak gerçek Türklükten çıkılarak “mutlu Türk” olunabilirdi!
Şimdi bu Türklerin bir kısmı mutsuzmuş. Kendilerini ezilmiş hissediyorlarmış. Onlara tavsiyemiz: “Ne mutlu Türküm” demeye devam etsinler, mutlu olsunlar! “Türk övün, güven, çalış” demeye devam etsinler. Öncelik övünmede olduğu için bol bol övünsünler!
Beyaz, yani sentetik Türkler, gerçek Türklere ellerinden gelen her türlü eziyeti yapmayı vazife bilmişlerdir. Hatta birinci vazifeleri bu olmuştur! Türkler kendi yurtlarında parya muamelesine maruz bırakılmıştır.
Bu sentetiklerden biri, son zamanlarda beyaz Türklüğün kitabını yazıyormuş. Bir zamanların darbecilerle yatıp kalkan muktedir ve mütehakkim yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök... Bu yatıp kalkmanın bedava olmadığı de herkesin malûmu. Devran değişti, bu muktedir medya adamı, boşlukta kaldı. Tahakküm kudreti elinden alındı. Şimdi zulme uğradığını, ezildiğini yazıyor. “Tepelerine biniliyor”muş.
Bir zamanlar zulmün adresi olan birisi bugün bunları söylüyor.
Âfakî konuşmayalım. Kendimizden örnek verelim ki, inandırıcı olsun. Darbecilerin meşhur 312 General davasında, bidayet mahkemesinin baskı ile verdiği karar üzerine “Generallerin hukuk zaferi” manşeti atan, bu şerefsizliği fütursuzca yapan biri bunu söylüyor. “Efendim ortada mahkeme kararı var.” Tamam, mahkemenin bu kararı temyizde bozulduğunda onu aynı şekilde haber yapsa idi, ona şerefsiz demeyecektik.
Bu bizi ilgilendiren şerefsizliklerinden biri. O sıralar kaç insanı, Türk’ü hedef aldığını saymak mümkün değil.
Şimdi haksızlığa uğramaktan bahsediyor. Ona yakında bir arkadaş daha geldi...
Habertürk’teki yayın yönetmenliğini bırakan Fatih Altaylı... Şimdi, o da suret-i haktan görünüyor. Bir zamanların tetikçi gazetecisi şimdi sütten çıkmış ak kaşık olabilir mi?
Yine kendimizden örnekleyelim.
28 Şubat döneminde, türkçenin en zengin sözlüğü olan Büyük Türkçe Sözlük Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yasaklandı. Uydurma raporlar tanzim ettiler. Gerekçelerden biri: “Bu sözlükte türkçe kelimeler yanında arapça ve farsça kelimeler de var!”
Ben de o zaman; “böyle bir sözlük bulun, ben kendim sözlüğü imha edeceğim” dedim.
Yasaklanma haberini yaymak işi de bu efendiye verildi. O zaman köşesi Hürriyet’te... Hayatında görmediği, eline almadığı, açıp bakmadığı bir kitabın yasaklanması konusunda o müptezel satırları karalayabildi...
Sadece bu mu?
Ustası gibi, 312 General davasının basın şakşakçılarından biri de oydu. O sıralar Kanal D’nin sunucusu (enkırmen desem daha fazla mutlu olabilir). Meşhur “generallerin hukuk zaferi” haberini sunuyor. Müthiş hesaplamalar yapmış, benim o tazminatı ödeyebilmem için kaç yüz sene yaşamam gerektiğini söylemiş. O zamanlar okula gitmeyen küçük kızım da televizyondan bu mütehakkim zatı dinlemiş. Ağlayarak yanıma geldi. “Baba sen bu kadar yaşayabilir misin?”
Ortada ezik filan yok, artık ezme gücü elinden alınmış tıkırları yerinde mütehakkimler var!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.