Yarım kalan cevap
İki yıl sonra bir dostlar buluşmasında daha Karamürsel’de idik. Eski buluşmadaki dostlardan ve simalardan birkaç eksikle birlikte tam kadro beraberdik. Benim açımdan yine unutulmaz bir hatıra oldu. Yine buluşmanın davetçi ve tertipçilerinden birisi SAKFA gönüllülerinden tarihçi Mehmet Ersöz hoca idi. Bilmeden önceki buluşma ile alakalı yazdığım değini yazısı ile bir saklısını faş etmişim! Madem buluşmalar gelenek oldu; biz de bu geleneği bozmayalım ve yeni bir değini yazısıyla buluşmayı taçlandırılalım. Sohbette Ortadoğu’daki sorunun temelinde üç etkenin ve amilin yattığına değindim. Bunlar İsrail’in kuruluşu, İran devrimi ve ABD’nin müdahaleleri. Bu üç meselenin çözülmemesi İslam dünyasının makus talihinin uzamasına neden olmaktadır. Şimdi Suriye ve Irak cephesinde bu üç gücün sarmal şeklinde ortak olduğunu görüyoruz. Bu analizimin üzerine Sakarya ashabından hem bir soru hem de bir itiraz geldi. Öyleyse ABD neden hala İran’a ambargo uyguluyordu? Orada sorunun bu kısmını cevaplamayı unutmuşum. Sümmettedarükle aklıma geldi. Buna efradına cami ve ağyarına mani bir cevap vermek gerekir. Elbette mesele sofistike ve sofistike bir cevabı hak ediyor. Ambargo muhkem düşmanlık anlamına gelir mi? Ambargo ve işgale rağmen hala Şiiler Saddam’ı ABD’nin eski ortağı olarak nitelendirmiyorlar mı? Amerikan tankları üzerinde Irak’a gelerek Saddam’ı devirenler ise nedense ABD’nin düşmanı tanımına giriyorlar! Bununla birlikte İran-Irak savaşında bu ambargo fiilen kırılmıştır. İrangate bunun misalidir. 11 Eylül sonrasında da İran ve ABD çevre bölgede stratejik ve ideolojik ortak olmuştur.
¥
Amerikalı Yahudi yazarlardan Thomas Friedman ‘Any Solution to Syria?’ başlıklı yazısında bizim anlatmak istediğimizi anlatıyor. İran’dan, Sünni dünyasında ve sahasında ABD’nin gizli müttefiki olarak söz ediyor (NYT, Published: February 9, 2013 ). M.J. Akbar adlı Hintli bir gazeteciden kendi meşrebine uygun bir nakilde bulunuyor. Hindistanlı gazeteci ve yazar şunları söylüyor: “Iran is the natural counter to Sunni extremism/İran Sünni aşırılığın panzehrini, tabii karşı ağırlığı ve kontra gücünü temsil ediyor.” Biz de sohbetimizde İran’ın rolüne ‘mezhep değil, anti mezhep/Sünni karşıtlığı’ olarak işaret etmiştik. İran ve Şiiliği mücerret bir mezhep olarak görenler yanılırlar. Durum M.J.Akbar’ın dediği gibidir. Kendisini İran’ın düşmanlığına müstahak Sünni aşırı olarak görenler varsa, bilemem! Bu beni değil onları ilgilendirir. Safevi projesine göre; öteki, muhalif Sünniliktir. Bunun Batıdaki ifadesi, dikotomik/zıt güçtür. Bundan dolayı 11 Eylül’den sonra ABD’nin terör söylemi ile İran’ın Sünnilere karşı kullandığı dil aynileşmiştir. İkisi Sünniliğe karşı küresel ortaktır. Fiiliyat bunun ispatıdır. Muhabbet gözü bazılarında bu gerçeği görmeye engel oluyor. Batılılar Nasır için ‘tarafsız müttefik’ tabiri kullanmıştır. Aslında Nasır darbesi her ne kadar anti Amerikancı olarak görünse de özünde bir Amerikan darbesidir. Sisi’nin ki gibi. İsrail’e zararı ve Araplara faydası dokunmamıştır. Nasır tarafsız müttefik ise İran da kendi ifadeleriyle gizli müttefikleridir. 30 yıldır İslam aleminin iç enerjisini tüketmiştir. Bütün çabası yabancılar namına geçmiştir. Muharrik unsuru tarihi kin birikimidir.
¥
Batı Sünni dünyaya Hitler muamelesi yaparken İran’a Stalin ve SSCB gibi ortak muamelesi yapıyor. Bir başka tafsilde veya zaviyeden SSCB-Çin dengesinde İran’ı Çin ve Sünnileri SSCB yerine koymuştur. ABD için 1979 İran’ı, Çin 1971’dir. Buna mukabil, Yeşil Harekete Tiananmen kadar bile sahip çıkmadılar. Arap Baharına nasıl bigane kaldılarsa Yeşil Harekete de öyle kaldılar. İran ve ABD’nin küresel düşmanı Sünniliktir. Ve Sünniliğin küreselleşme istidadı vardır ve onun siyasi yapısı hilafettir. İranlılar ona Bekrilik diye dini zaviyeden karşı çıkarlar. Batılılar da küresel siyasi düşman olarak görürler. Siyasi Şiilik umurlarında bile değildir. Bundan dolayı veliyi fakih konusunda bir itiraz duyamazsınız. Ama hilafet için öyle mi? İslam dünyasının paramparça kalması ortak çıkarları ve menfaatlerinedir. Küresel düşman çerçevesinde onları bir araya getiren pragmatizm veya ‘düşmanımın düşmanı, dostumdur’ felsefesidir. Yoksa İran’ın gözüne kaşına hayran değiller. İran ABD’nin bizatihi değil dolaylı ve işlevsel dostudur. Bu da Sünni dünyaya yönelik ortak kaygı ve husumettir. Bizi de ilgilendiren bu noktadır.
Soğuk Savaş döneminde SSCB ile ABD birbirine düşmandı lakin bu düşmanlık aralarında anlaşmalara, köprü kurmalarına ve dünyayı nüfuz alanlarına bölmelerine engel olmamıştır. Hatta Soğuk Savaş döneminde Müslümanları yedeklerine ve rediflerine alan Amerikalılar buna rağmen İslam’ı potansiyel düşman olarak görmeye devam etmişlerdir. Soğuk Savaş dönemi başkanlarından Richard Nixon, Seize The Moment (Anı Yakala) başlıklı kitabında bize olaylara nasıl baktıklarının ipucunu vermektedir: “Bazı gözlemciler, İslam konusunda uyarıda bulunuyorlar. Onlara göre İslam tekilci/monolitik (mesela hilafete dayalı) ve jeopoltik bir güce bürünebilir. Bu durumda Batı, Moskova ile düşman ve saldırgan İslam dünyasına karşı ortak bir cephe kurabilir… (Seize the Moment, s : 194-195)” Bu ortak cepheyi devriminden beri SSCB ile olmasa bile İran’la kurdular bile. 30 yıldır gizil kapaklı ilişki sürdürürler. Bugüne kadar İran’a fiske bile vurmamıştır. İran’a SSCB gibi ambargo uygulamışsa da Saddam ve Taliban gibi düşmanlarını saf dışı bırakmıştır. İran bu nedenle Sünni dünyaya karşı Batı’nın tercihli stratejik dostudur. İsrail 1981 yılında Irak’ın nükleer tesislerini vururken aksine 2003 yılında Walter Bush bunu İran’ın nükleer tesislerine karşı tekrarlayacağına onunla bir olarak ortak düşmana Saddam ve Taliban’a çullanmıştır. 2007 yılında ise Bush İran’ı nükleer faaliyetlerinden dolayı aklamıştır. Bu mahrem ilişkinin fiili delilleri olduğu gibi Hatemi’nin Yardımcısı Muhammed Ali Abtahi’nin itiraflarıyla da sabittir. ABD’nin İran rejimi konusunda bir sıkıntısı yoktur. Gücünün çapı noktasında çekinceleri olabilir. Bu da aşılmaz değildir. Suud Faysal’ın deyimiyle Irak altın tepsi içinde Şiilere ve İran’ı sunulmuştur. ABD Suriye’nin İran ekseninden kurtulması için kılını kıpırdatmamış ve radikalizmin büyümesine göz yummuş ardından da İran’la aynı nakaratı tekrarlayarak; Sünnileri yalnız bırakma gerekçesi olarak fanatizmin yükselişini göstermiştir! Önce Esat’a zaman kazandır ve güçlendir ardından, bunu fanatizm üzerinden meşrulaştır.
Yarım kalan cevabı tamamlayacak olursak; Velev ki İran, Batı namına bilvekale düşmanımız olmasın! Lakin modern ve onun ötesinde klasik tarih onun İslam dünyasının müstakil bir düşmanı olduğunu gösteriyor. Zaten Batı ile ortaklığını doğuran bu kimyasıdır. Bundan ötesi yok. Hala İran taraftarlığı bidat muhabbeti değilse, hevadandır. Yani nefis muhabbetindendir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.