D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Mağrurlar mağdur mu oluyor?

Mağrurlar mağdur mu oluyor?

Türkiye’nin geçmiş yüz yılını ellerinde tutan mağrurlar, Mağlubiyet ideolojisinin çöküşüyle mevkilerini yitirdiler ve rollerini oynayamaz hâle geldiler. 

Onlar bir önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde halk iradesinin üstünde ter ter tepiniyorlardı. “Cumhuriyet ve laiklik” mitingleri yapıyorlar, içe ve dışa gerçek iktidarı temsil ettikleri mesajını kalabalıkları kullanarak veriyorlardı. Cumhurbaşkanının nitelikleri üzerine kayıtlar koyuyorlar, “sözde değil özde laik aday” için bastırıyorlar, e-muhtıralar veriyorlardı. Meclis’i kilitleyerek bürokrasi ve hukuk sistemi üzerindeki güçlerini gösteriyorlar, basın yayın cihazını kullanarak hukuksuzluklarını meşru göstermeye çalışıyorlardı. 

Fakat zaman o zaman değildi. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisi, bir savaş sonrası ideolojisi idi. Batı emperyalizmi karşısında mağlubiyeti kabul etmiş, bize takdir edilen tahditli alan içinde varolmaya razı olmuş ve bunu ideoloji aracılığıyla içselleştirmeye yönelmiştik. 

Yönetim, ideolojisini eğitim ve iletişim cihazlarını kullanarak güçlü propaganda mekanizmaları ile halka benimsetmeye çalıştı. Bunun en kolay yolu, ilk öğretimdi. Cumhuriyet’in tek parti devrinde ilk okulların sayısı büyük artış gösterdi. Çok sayıda rüşdiye (orta okul) kapatıldı, yeni lise 1950’lere kadar nadiren açıldı. Darülfünun hükümetin ideolojik taleplerine karşılık vermediği için feshedildi, ideolojik taleplere uygun üniversite kuruldu. Üniversite’nin ortak dersi “İnkılap tarihi” idi. İnkılap tarihi dersleri mevcut bakanlar ve eski bakanlar, yani siyasetçiler tarafından veriliyordu. 

İkinci Dünya savaşı sonrasında ABD’nin (Batı’nın), totaliter Türkiye’nin komşuları gibi Sovyet kontrolüne girmemesi için demokrasiyi zorlaması üzerine, çok partili hayata geçildi. İlk dürüst seçimde devlet ideolojisinin partisi seçimi kaybetti. Parti kaybetti, fakat ideoloji devam etti! Bu durumda, bir iktidar paylaşması kaçınılmaz oldu. 

Seçilmiş iktidar tamamen resmî ideolojinin kriterlerine göre hükümet etse, CHP’den farkı olmayacaktı, ideolojiye bağlı görünerek icraat yapmaktan başka çare yoktu. 

Bu kolaylıkla sapma olarak nitelendirilebilirdi. Bu sapmalar darbelerle düzeltilmeye çalışıldı. Her darbe, tek parti mağrurlarını millî iradenin üstüne çıkardı. Onlar, her seçimde mağrur tavırlarını terk etmediler, kibirlerini hep yüksek tuttular. Kendilerini seçmeyenlere, yani halka ve seçtiklerine yüksekten baktılar. Her defasında bu iktidarları geçici olarak gördüler. Seçilmiş iktidarların geçici olduğu, her zaman sonlandırılabileceği darbelerle gösterildi. 1960’ta, 1980’de ve 1996’da olduğu gibi!

Sovyet sistemi çöktükten sonra batının Türkiye’nin mağlubiyet ideolojisine ihtiyacı kalmadı. Dış desteği kaybeden mağrurlar, içerideki sınamalarda her defasında kaybettiler. Mağrurlar sürekli “makhur” oldular. İdeoloji günün şartlarına uydurulamayacak kadar köhnemişti. Buna rağmen 28 Şubat’ta bir daha denediler. Hiçbir cila, kâr etmedi! Vıcık vıcık bir atatürkçülük ve laiklik söylemiyle kaldılar. 

1930’ların ideolojisi ile 2000’lerin meselelerine çare üretmek, elbette mümkün değildi. Miadı çoktan dolmuş olan mağlubiyet ideolojisi son zorlamalarla tamamen iflas etti. İşte tam bu sırada, 1920’ler Türkiyesi’nin Milli Mücadele döneminin, ortak zeminini, dinle barışık yönetim anlayışını temsil eden bir parti iktidar oldu. 12 yıl gibi, Türkiye’nin yakın tarihinde uzun sayılabilecek bu yönetim, ciddi değişmeler gerçekleştirdi. Türkiye yeni ve dönülmez bir yola girdi. 

Bir zamanın mağrurları, seslerini yükseltemiyorlar, milletin boynunda boza pişiremiyorlar. Yeni bir hamle yapacak güçleri de yok. Ancak roller değişirse, mağrurlar mağdur olursa, Türkiye yeni bir iktidar arayışına girebilir. 

Cumhurbaşkanlığı seçimine çok az zaman kaldı. Seçimin sonuçları tahmin edilebiliyor. Belirsizlik yok. Buna rağmen, meydanlarda, büyük kalabalıklara hitabederken, kullanılan dil, mağrurları mağdur gösterecek bir seyir takip ediyor. 

Adaylardan birinin Türkiye dışında doğması gerçekten bir nakîse olabilir mi? Ya da, diplomasi ile haşır neşir olması, vazifesi sırasında reelpolitiğin dilini kullanması bir kusur olarak öne çıkarılabilir mi? Ki, en maruf Arap devletlerinin bile Gazze konusunda kenar durdukları bir dönemde. 

Eğer öyle ise, dünün ve bugünün yöneticileri böyle kusurlu, noksanlı bir şahsı neden İslâm dünyasını kapsayan bir kuruluşun yöneticisi yapmak için gayret sarf etmişlerdir? O gün olumlu olan nitelikler, ne zaman olumsuza dönüşmüştür? Kişilerin ille de etnik ve mezhebi kimlikleri ile siyaset yapmaları yönünde bir tavır, doğru mudur? 

Halkın güçlü olanı destekleyeceği esas karine ise, bunun böyle olmayabileceğini en iyi bilen, bugün Türkiye’ye yönetenler olmalıdır. Onlar, 1990’lardaki belediye seçimlerinde olduğu gibi, 2002’deki genel seçimlerde de mağdurdular ve mağrurların şiddetli baskısı altında idiler. Buna rağmen, alınlarının akıyla zafere yürüdüler. 

Osmanlı padişahlarının alkışcıları her defasında şunu tekrarlardı: Mağrur olma! 

Bugünün alkışcıları ise, mağrur olmanın başarının esas şartı olduğunu söylüyor olmalılar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi