Fetihçi, işgalci, kurtarıcı!
Yeni Safeviler, Araplarla Türklerin arasını bozmak ve Arapları kuşkuya sevk etmek için yeni Osmanlıcılığı bahse açıyor. Halbuki, Türkiye şu anda yumuşak gücü temsil ediyor, istese de ‘fetihçilik’ yapacak pozisyonda değil. Zaten Osmanlı’nın bölgesel yayılmasına fetihçilik denemez. Arap bölgesine gitmesinin iki nedeni vardır. Ötekiler sonuçtur. Bunlardan birisi Portekizlilerin Arap diyarına sarkmasıdır. İkincisi de Safevilerin bölgeye sarkmalarıdır. Yavuz, bu suretle iki tehlikeyi birden bertaraf etmiştir. Osmanlılar; Batı’da fetihçilik, Doğu’da ise kurtarıcılık yapmışlardır. Yavuz Sultan Selim’in İran ve Suriye ve Mısır’a yönelik hareketi bir fetih hareketi değildir. Kesinlikle kurtarıcı bir harekettir. Şark’ı bidatkâr Safevilerin, küffar Portekizlilerin pençesinden kurtarmak istemiştir. Her ikisi de bir işgal hareketidir. Kimi alimlere göre ehl-i bidatın payidar olduğu topraklar da darul İslam olmaktan çıkar. Ebu Mansur Bağdadi ehli-i bidatın ehl-i sünnete galip geldiği durumlarda bu yerlerin fiilen daru’l İslam olmaktan çıkacağını öngörmektedir (Algı ile Hakikat Arasında İslam Devleti/Ebu Abdullah Muhammed Mansur, Daru’l Cabiye, Londra, s: 108). Dolayısıyla ehl-i bidatın ele geçirdiği yerler işgal sayılır. Bu anlamda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el Faysal doğru bir yere parmak basarak; Suriye’nin Acem ve İran işgali altında olduğunu ifade etmiştir. Yavuz’un tarihi hareketi kurtarıcılık iken yeni ve eski Safevilerin hareketi işgal olmuştur. Zira aldığı bölgeleri daru’l İslam’dan koparmıştır. Suriye’de tampon bölgeye karşı olsa da fiilen tarih boyunca tampon bölge olmuştur. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan yumuşak gücü temsil etmesine, fetihçi bir ruh taşımamasına rağmen neden Claudia Roth gibi dişi Lawrance’lar tarafından sürekli olarak mezhepçilikle suçlanıyor ve karalanıyor. Halbuki, Claudia Roth İranlılarla senli benlidir. Suriye ve Irak’ta, İran ekseni mezhepçilik yapmasına rağmen neden gazeteleri bunu ortaya koyar da Batılı yetkililer bunu telaffuzdan çekinirler? Burada, Türkiye’ye açık yüklenme ve yeni Safevilere açıkça bir kayırma yok mu? Nedeni, emperyalist emellere hizmetlerindendir.
•
Bunun bize bakan temel bir nedeni vardır. Osmanlı ruhunun içeride kurtarıcı, dışarıda ise fetihçi olmasındandır. Fetihleriyle Batı’ya, kurtarıcılığıyla iç cepheye yönelmiştir. Hariciler ile Şia ise tersine sürekli olarak iç gaile üretmiştir. Bütünleştirici vasfımızla tarih önünde biz Hazreti Ali’yi temsil ederiz. İmam Zeynelabidin süğur duasında Emevilerin fetihlerine bile arka çıkarken Safavi Şiası sürekli olarak bütün fetihleri yermiş ve karalamıştır. Böylece Batı’nın atıfetine nail olmuştur. Sonuç itibarıyla, İslam topraklarında işgal yürüten İran ekseni zımni olarak Batı’nın çırağı ve ortağıdır. Bundan dolayı Amerikan basınında hakkında ‘tacit ally/gizli ortak’ ifadesi pek yaygındır. Batı geçişli olmayan ve İslam dünyasını bloke eden uslu Haricilerle uslu veya azgın Şiilere kol kanat germektedir. Bundan dolayı Osmanlı sonrası İngilizler Hicaz’ı İbni Reşit veya Şerif Hüseyin’e değil de, toparlayıcı olma vasfından yoksun harici ve ayrılıkçı istikamete açık Vehhabilere terk etmişlerdir. İngilizler Suud ailesinin karakterini iyi bilmektedir. İngilizler yine aynı dönemde Muhammere ve Abadan’ı bendeleri İran Şahına bırakmışlardır. 2003 yılından sonra da Bush ailesi Irak’ı altın tepsi içinde yararlılıklarına binaen İranlılara terk etmiştir. Bunlar ince elenmiş sık dokunmuş meselelerdir. Tesadüfe yer yoktur. Müslümanları bölmenin ve başsız bırakmanın yolları ve planlarıdır. Türkiye fiilen olmasa bile potansiyel olarak birliği, kurtarıcılığı ve fetihi sembolize ediyor. Çağdaş Safaviler dururken niye onu tercih etsinler?
•
2003 yılından sonra Amerikalılar Irak’ı neden İran’a terk etmişse 1982 Sabra ve Şatilla katliamından sonra İsrail de güney Lübnan’dan Sünnileri kovarak Şiilere dolduracakları bir alan ve boşluk bırakmıştır. Baba Esat da İsrail’den kalan temizliği yapmış ve Arafat ve arkadaşlarını Trablusşam’dan Tunus’a püskürtmüştür. Böylece Şiilerin direniş edebiyatına uygun bir ortam üretilmiştir. Böylece İran ve Şiiler direniş algısı üzerinden İslam dünyasında parlatılmış, palazlandırılmış ve Hasan Nasrallah ümmetin kahramanı haline getirilmiştir. 2006 yılında da bu algı operasyonu tavan yapmıştır. 40 yıldır İsrail’i bir fiske indirmeyen ve saçma dahi atmayan Esat da 2006 yılındaki algı operasyonunun üzerinden Arap liderleri ‘adam bozuntuları’ diye aşağılamıştır. Nasrallah ile birlikte kendisi bozuntu düzeyine bile çıkamamıştır.
Şimdi müthiş bir algı operasyonu da IŞİD üzerinden ve özellikle hilafet iddiası üzerinden yürütülmektedir. Şiiler fethe karşı oldukları halde direniş edebiyatıyla nasıl parladılarsa IŞİD ise algı düzeyindeki hilafet iddiasıyla öylece parlamış ve çekim merkezi haline gelmiştir. Dünyadan kendisine eleman akmaktadır. Somut bir örnek olarak; Ürdünlü cihatcı selefilerden Dr. Saad Huneyti ‘alıp başımı hilafet diyarına gidiyorum’ diyerek ülkesi Ürdün’ü terk etmiştir. Bu çıkışını sanki Hazreti İbrahim’in çıkışına benzetmiş ve Selman-ı Farisi’nin duygusallığıyla hareket etmiştir. IŞİD kalpazanları algı alıyor, vehim satıyorlar.
Kayıp misyonu ifade eden Osmanlıcılık ise Arapların ve bölgenin kurtuluş reçetesidir. Bölge üzerinde iki hesap var. Bunlardan birisi Batılıların, İran ve İsrail’in yaklaşımı yani bölgenin un ufak hale getirilmesidir. Müslümanların toparlanmasına imkan vermeden bölgede kartların yeniden karılmasıdır. Dışarıya ulaşamadan sınırları içinde başının bir kez daha ezilmesidir. Öteki tez ise bütünleşme projesidir. Osmanlı, bütünleşme projesidir. Lakin Osmanlıcılık bugünün şartlarına kifayet etmez. Biz daha geniş bir bütünleşmeyi yeğliyoruz. Araplar ve Türklerin bu küresel ortaklıkta çelik çekirdeği temsil edecektir.
Yavuz dönemindeki gibi bölge İsrail ve Safevi işgalinden kurtarıcısını aranıyor. Bu da Osmanlı ruhunun dirilmesidir. Yavuz’un Safevi ve Portekizlilere karşı hamlesi gibi günümüzde de iki uçlu bir düşman vardır. Yeni Safevi gailesi ve İsrail. İkisi de birbirinden beslenmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.