Cumhuriyet, demokrasi ve laiklik
Konuya girmeden Karaman-Ermenek'te meydana gelen maden kazasında mahsur kalan işçi kardeşlerimizin kurtulması için Cenâb-ı Kadir ve Kayyum'dan rahmet ve inayet niyaz ediyorum.
Bugün (Çarşamba) TC'de cumhuriyetin ilanının 91. yıldönümü kutlanıyormuş. Bu vesile ile sağdan ve soldan konu ile ilgili pek çok yazı yayınlanıyor; bunlar içinde benim bu yazıda ele alacağım yazıların ortak teması 'Müslümanların cumhuriyet rejimi ile ilgileri'dir.
Hemen kaydedeyim ki, Müslümanların cumhuriyet ve demokrasi ile ilgili bir karşı duruşları söz konusu olamaz (vakıada bazen oluyor, ama İslâmî kurallar bakımından olmaması gerekir).
Cumhuriyeti kabaca 'devlet başkanını halkın seçmesi ve gerektiğinde değiştirmesi', demokrasiyi de 'halkın doğrudan veya temsilcileri aracılığı ile yönetime katılması' olarak tanımlarsak İslam'ın ilk devlet tecrübesinde devlet başkanının adaylar arasından seçildiğini ve halkın da hür iradeleriyle ona bey'at ettiklerini biliyoruz. Kırk yıl sonra Emevîlerin kurucusu tarafından saltanat rejimine geçilmiştir; ancak bunu Peygamberimiz'in daha önceden haber verdiğini, tasvip etmediğini, saltanatın zulümle birlikte gelip süreceğini bildirdiğini de kaynaklar kaydetmiştir.
Halkın yönetime katılması seçme ve seçilme hakkı, denetim hakkı ve vazifesi, düşünce özgürlüğü ile gerçekleşir. İslam'ın bu hak ve vazifelere karşı bir tavrının olmadığı da herkesin malumudur.
İslam'ın ve Müslümanların karşı çıktıkları (en azından fikir ve inanç olarak karşı çıkmaları gereken) ilke ise laikliktir.
Laiklik ilkesi Hristiyan dünyasında kilise ile devletin ayrılması, devletin kilise vesayetinden kurtarılması şeklinde gerçekleşmiştir. Radikal laiklik anlayış ve uygulamaları istisna edilirse Batı'da devlet, dine cephe almamış, halkı dinsizleştirmeye yönelmemiş, devlet başkanının yemini, sivil toplum örgütlerine devletin yardımı, din eğitim ve öğretimi gibi konularda devlet ile din arasında bir birliktelik olmuştur.
Bizde kilise teşkilatı olmadığı için laiklik, devletin din ile alakasını kesmesi ile de yetinmemiştir, bizde devlet, din hayatına müdahale ve dindarlık ile mücadele etmiş, dinin yerine bilimciliği (pozitivizmi) ikame etmeye çalışmıştır.
Müslümanın laikliği kabul etmemesi yalnızca devletin bu tutumu sebebiyle de değildir. Bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi yumuşak laiklik uygulansa bile Müslüman buna razı olamaz; kabul şartı, yasama, yürütme, yargı, denetim gibi alanlarda, daha doğrusu hayatın her noktasında dinin rehber edinilmesi, meşruiyet kaynağının din olmasıdır. Akıl, bilim, tecrübe elbette devrede olacaktır; ancak vahiy bunların da rehberi olacak, yanılma, sapma, insanlıktan çıkma, hayvanlardan daha aşağı seviyelere düşme tehlikelerini engelleyecektir.
Biri çıkıp da en yakın örnek olarak 'Allahu Ekber deyip masum insanları kesenler Müslüman değil mi, bunlar da dini uygulamıyorlar mı?' diyebilir.
Bunlar 'özünü Allah'a teslim eden, nefsini (egosunu, güdülerini) İslam ile ıslah eden" Müslümanlar değildir; bunlar hayvani arzularını, dini kullanarak tatmin edenlerdir. Her değerli şey kötüye kullanılabilir, ama bu onun değerini düşürmez, hamların ve sahtekârların maskesini indirmeye yarar.
İslam'ın ne olduğunu bilmek isteyen Kur'an'ı okusun, Peygamberimiz"in (s.a.) hayatını ve hadislerini okusun, ilk halifeler dönemi ve mesela –bazı kusurları dışında- Osmanlı uygulamalarını okuyup öğrensin.
Müslümanlar İslam'a uygun olan ve olmayan rejimler, sistemler içinde yaşamak durumunda olabilirler; her hal ve şartta vazifeleri 'düşünce ve iman' olarak İslam'da kalmaları, değişmemeleri, değiştirmenin meşru ve makul yollarını aramakta daim ve ısrarlı olmalarıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.