Hayatın anlamı...
Bugün güncel siyaset yerine gündelik hayatımızın zihinsel yaralarını konuşmaya geri dönüyorum. Yani modern insanın iç sıkıntılarına...
Son günlerde iki genç arkadaşımın tıpatıp benzer yakınmasına şahit oldum.
Otuzlarının ortasına yaklaşmışlardı ve "anlamlı bir hayat" sürme noktasında kendilerini başarısız hissediyorlardı.
Biri çoluk çocuğa karışmıştı, diğeri kariyer kavgasına ağırlık vermişti ve ikisi de sadece koşuşturma içinde kaybolduklarına inanıyordu.
Olgunlaşmak yerine koşuşmak...
İşte buna kırgındılar.
Oysa bu yaşlar için ne hayaller kurmuşlardı!
En fenası da şuydu ki, anlamlı buldukları her çaba kısa süre sonra sıradan bir hobiye dönüşüyor ve gitgide bundan da sıkılıyorlardı.
Merak etmişlerdi...
Acaba benim yaşıma gelmiş birinin bu probleme bir cevabı var mıydı?
Cevap var, o kolay! Fakat çözüm farklı bir şey...
Çözüm eylemden geçiyor ve ona güç yetirmek zor.
Önce şunu düşünmeli...
"Anlamsız" olduğuna inandırıldığımız bir hayata dışardan anlam katabilir miyiz?
Taşıma suyla değirmen döner mi?
"Sihiri"nden soyulup çırılçıplak bırakılmış bir hayat dışardan alınmış eğreti giysilerle geçim kavgalarının, tüketim hırslarının, aşk ve şefkat üzerine hayal kırıklıklarının ürpertici soğuğundan korunabilir mi?
"Modernite bir kıyametti, insanlık bu felaketi çoktan yaşadı!" diye söylenip durmam, boşuna değil.
Aslında yazının başından şu ana kadar kullandığım kavramları düzeltmem gerekiyor.
Soru şudur: Hayatın "mana"sını unuttunsa veya gündelik hayat sana bunu unutturuyorsa, hayatına "anlam" katmaya çalışıyormuşsun, ne fayda!
Medyasıyla, eğitimiyle, popüler yaşam kültürüyle, iş düzeniyle öyle şartlandırılmışız ki, en inançlı insanlar bile "mana"yı hayattan soyutlayıp özel anlara hapsederek durumu idare ediyor.
"Mana" dedim, çünkü "anlam"la eşanlamlı değildir, sözlüklerin dar ufkuna aldanmayın sakın!
Şöyle de söylenebilir: "Mana"dan manevi olana, "anlam"dan çoğu zaman anlamsızlığa kapı açılır.
Olay budur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.