Haydutlar ve silahlı muhaliflerle görüşme
İki yıl kadar önceki bir yazımı, bugün yeniden okunmasında fayda gördüğüm için veriyorum:
Haydut/eşkıya yol keser, soygun yapar, kanunlara uymaz, haksız yere cana, mala, ırza tecavüz eder; ama onun siyasi bir talebi yoktur.
Bâğî denen siyasi muhalifler ise kendilerine göre düzen ve yönetici değiştirmek üzere toplanır, örgütlenir ve silahlı veya silahsız olarak amaçlarına ulaşmaya çalışırlar.
Siyasi muhalifler silaha sarılmazlar, şiddete başvurmazlarsa kendilerine dokunulmaz, yönetimden yana olanlara tanınan haklar onlara da tanınır. Eğer silaha sarılırlarsa önce onlarla görüşülür, kendilerine nasihat edilir, haksızlıkları konusunda ikna edilmek için elden gelen yapılır; bu teşebbüsler başarılı olmazsa şiddete şiddet ile mukabele edilerek zararları engellenir.
İslam tarihinde ilk muhalefet, zekat konusunu bahane ederek itaattan çıkan ve merkeze cephe alan bazı kabileler tarafından temsil edildi.
Havazinliler zekâtlarını ödemeyeceklerini bildirdiler. Bazı kabileler de dinden döndüler. Her taraftan irtidat haberleri Medine’ye ulaştığı zaman Ebu Bekir (r.a), elçiler göndermek suretiyle İslâm’a dönmelerini sağlamaya çalıştı. Ancak, Abslar’la Zubyanlar’ın Medine’ye saldırmaları üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldı. Bu arada diğer bir takım kabilelerin elçileri Medine’ye gelerek, namazı kılacaklarını, ancak zekâtı ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edilmesini istediler. Halife bunu kabul etmedi ve savaş son çare haline geldi.
İkinci önemli siyasi muhalefet Hz. Ali halife olunca ve Muâviye’nin azli kabul etmeyip bey’atı da reddetmesi üzerine ortaya çıktı. Hz. Ali Muâviye’ye defalarca adam göndererek bu yanlış yoldan vazgeçmesini istedi. O bazı şartlar ileri sürdü, bu şartlar gerçekleşmesi mümkün olmayan şartlardı, Muaviye söz dinlemeyince Halife Hz. Ali savaş yoluyla onu itaata getirmek üzere harekete geçti, savaş devam ederken karşı tarafın talebi üzerine yine görüşmeler başladı, iki taraf hakem tayin ettiler ve hakemlerin çözüm üretmesini istediler. İşte bu olay üzerine, sonradan Hâricîler diye meşhur olan muhalefet ortaya çıktı. Hz. Ali’nin bunlara karşı tutumu ve uygulaması, İslam siyaset teorisinde örnek olmuş ve Serahsî’nin Mebsût’u gibi kaynaklarda yerini şöyle almıştır (Bağiy: Devlete karşı ayaklanma bahsine bakılsın):
Hz. Ali Cuma namazında, minberden halka hitap ederken (bizdeki ifadesiyle hutbe okurken) mescidin bir köşesinden Havâric (bir gurup Hâricî) ayağa kalkarak “Hüküm Allah’a aittir” diye bağırmaya başladılar. Hz. Ali sözünü kesti, onlara dönerek “Söz doğru ama söyleyenlerin maksadı hak ve doğru değil. Sizin mescidimize girip orada Allah’ı anmanızı, ibadet yapmanızı engellemeyiz, gücünüzü düşmana karşı bizim gücümüze eklediğiniz sürece sizi ganimetten mahrum etmeyiz, bize karşı savaşa girmedikçe de sizinle savaşmayız” dedi ve kaldığı yerden hutbesine devam etti.
Büyük İslam fıkıh alimi Serahsî (v.483/1090), yukarıdaki vakıayı aktardıktan sonra şu açıklamaları yapıyor (maddeler halinde özetliyorum):
1. Hâricîler, Hz. Ali hutbeye başlayınca onu şaşırtmak, ortalığı karıştırmak için bunu sıkça yaparlardı.
2. “Söz doğru, ama maksat doğru değil” derken Hz. Ali şunu kast ediyor: “Bu söz doğru, ama bunların maksadı, Muaviye ile mücadele ederken ihtilafın çözümünü (bu konudaki hükmü) hakemlere bırakmayı kabul ettiğim için beni tekfir etmektir (kâfir olduğumu ilan etmektir), bu sözü de bu maksatla tekrar edip duruyorlar;
işte bu maksat yanlıştır, bâtıldır.”
3. Hz. Ali, karşı taraf ona bunları yaptığı halde onlara “Kâfir” demiyor, “Kardeşlerimiz bize karşı cephe kurdular...” diyor, kendilerine muhalefet hakkı tanıyor, söz hürriyeti veriyor, silaha ve şiddete başvurmadıkları sürece cezalandırma yoluna gitmiyor.
4. Muhalifler Hz. Ali’ye açıkça “kâfir” deselerdi bu ağır bir hakaret olurdu ve hapis vb. ceza verilebilirdi, onlar bu hakareti üstü kapalı, dolaylı, ima yoluyla yaptıkları için kendilerine hakaret cezası da uygulamıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.