Bilal Erdoğan Suruç’taydı
Bilal Erdoğan ve Esra Albayrak Suruç’taydı geçen hafta sonu. TÜRGEV Başkanı Avukat Arzu Akalın’ın daveti üzerine Suriye’den ülkemize sığınan misfirlerimizeydi yolculuk... Yurtlarda kalan üniversiteli kız öğrencilerimizden yirmi kadar kişinin katılımı da çok anlamlıydı benim için.
Hafta içinde Ümraniye Şule Yüksel ve Bezmialem kız yurtlarındaki konferanslarda da ziyarete katılan öğrencilerimizin yakın alakasına bir kere daha şahit oldum. Özellikle tıp ve hukuk tahsili gören talebeler, bu anlamlı ziyaretin hayatlarının dönüm noktası olduğunu zikrediyorlar. Öğrencilikte tutulan günlükleri çok önemserim bir yazar olarak, ama öyle görünüyor ki sadece defterlerine değil orada şahit olduklarını, kalplerine de zihinlerine de yazmıştı gençler... Saatlerce seminer verilse, ciltlerce kitaplar okunsa savaşın yıkımları ya da mültecilerin yaşadığı zor koşullar, zorunlu göç, sürgün gibi konular hakkında... Hiçbirisi o günkü ziyarette edilen tanıklığın yerini tutamaz, bu aşikar. Acının içine dalıp, çadırına, kampına girip, hasta bebekleri kucağına alıp, gözü yaşlı annelerin o beller büken kederlerine sarılmak... Hiçbir kitabın, hiçbir seminerin ulaşamayacağı şeyi verir size... Gerçek’tir bu, gerçek.. Tüm yalınlığıyla ‘’başkası’’nın gerçeğine değebilmek. Empatiden veya sempatiden bahsetmiyorum. Kısa bir süreliğine de olsa, dünyanın sizin etrafınızda dönmediğini ve sizi sarmalayan günlük, küçük, kısa telaşlardan ibaret olmadığını farketmek hayatın... Hayatın ‘’başkaları’’nca yaşanan zorluklarına temas etmek, bambaşka bir deneyimdir. ‘’Başkası olabilmek’’ten sözediyorum.
‘’Çocuklarımızın karnı doysa ve üşümeseler hiç, başka ne isteriz ki’’ diyebilen annelerin...’’Bir ihtiyacınız var mı?’’ diye sorulduğunda, ‘’yere sereceğimiz bir kilim ve üstümüze örteceğimiz bir battaniye’’ şeklinde cevap veren ninelerin gözyaşlarındaki hakikat... Kederin ve yurtsuzluğun o ağır yükü altından çıkan mütevaziliği ve her şeye rağmen şaşırtıcı bir şekilde annelerce kurulan o direnci, asaleti görmek... Bunları, özellikle Arzu kardeşimin, Esra ve Bilal Erdoğan kardeşlerin, milletvekili Zeynep Uslu’nun, fotoğraflarda bile belirgin şekilde hissedebileceğiniz o altüst oluşlarının üzerinden okumak çok önemli... Çünkü onlar, gazetelerden, ajanslardan okudukları bir haber şeklinde değil, bizzat ah’ın çıktığı yerden şahitler meseleye. Diz dize oturdular Esra ile ülkesinde varil bombasıyla patlatılan evlerinden çarnaçar kaçabilen anneler, seslerindeki ağıt, başlarını sokabildikleri çatıya şükür, geride bıraktıklarına dair yüreklerinde taşıdıkları hicran ve merakı paylaşırken Arzu ile Bilal Erdoğan ile...
***
“Beni en çok etkileyen savaşın tüm yıkım etkilerini yaşayan kadınların, annelerin hali oldu” diyor Arzu Akalın... “Kamplarda hasta olan ve düzenli bakıma ihtiyacı olan çok fazla sayıda insan var. Devletin tüm bu sorunlara elbette bir çırpıda yetişmesi zor görünüyor. Bölgede STK’ların daha çok işin içinde olacağı çalışmaların yapılması gerekiyor, hepimize düşen vazifeler var.. Çocuklar oyunlar oynayıp günlerini geçiriyor ve ne olup bittiğinin çok farkında değiller. Çocuk her yerde çocuk, başını okşadığınızda size sarılıveriyor. Çocuklara bakarken beni en çok üzen, hayatlarının o en güzel yıllarının acımasız bir savaş yüzünden heba edilmesiydi. Başta eğitimlerinin sekteye uğraması çok acı geldi bana” diyor...
Arzu Akalın’ı hukuk fakültesi öğrenciliğinden beri tanıyorum. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni birincilikle bitirdikten sonra uluslararası kompetanlığıyla profesyonel başarısıyla kariyer insanı olarak temayüz etmiş bir gençtir. Onun TÜRGEV’de yüzlerce genç kız arasında sadece yönetici olarak değil bir abla yeri geldiğinde anne olabileceğine dair bir tecrübeyi nasıl yaşayacağını düşünüp duruyordum. Anlık detayları çok önemserim. Necip Fazıl Ödül törenimize de öğrencileriyle birlikte katılmıştı Arzu. Bir ara koşa koşa yanına gelen bir öğrencinin terleyen alnını eliyle silip yanaklarını okşayarak konuşmasını seyrederken, “Hah.. Tamam işte...”dediydim... Çünkü profesyonel yaşam ve kariyer, ciddi bir mesafe doğurur çoğu kez insanla insan arasında. Ama Arzu, Suruç’taki temaslarında da hasta bebeklerle, yaşlı ninelerle sarmaş dolaştı... Buna sadece mesafesizlik diyemem, içinde olmak, içinden geçmek daha doğru...
Bilal ve Esra kardeşler için de böyleydi bu... TÜRGEV bağlamında o kadar haksız bir yıpratılma kampanyasına maruz bırakıldılar ki, ayakkabılarını çıkarıp girdikleri mülteci odalarında diz çöküp halleştikleri o garip kardeşlerimizin arasındaki halleriydi halbuki asıl halleri. Uğradıkları tüm kötücül, sistematik ve önyargılı yıpratmalara rağmen iyilik hareketini sürdürmeye devam etmenin aslında büyük bir cesaret ve irade istediğini de özellikle Bilal Erdoğan’ın kederle yüklü gözlerinden okudum... Gazze’de Somali’de bomabardımanın ve felaketlerin altındayken de böyleydi Bilal.
Hangimiz muhacir, hangimiz mülteci değiliz ki şu yalan dünyada! Hiçbirimiz kalıcı değiliz. Merhamet ve güzel ahlaktan iyisi yok! O da sabır istermiş, hayretle öğreniyor insan hayretle!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.