Bütün kozlar devrede
Amerikan halkı geçtiğimiz iki haftayı sürprizleri karşılamakla geçirdi. 4 Kasım Başkanlık seçimi yaklaşırken Obama ve McCain arasındaki çekişme de acımasız dönemeçleri hızla dönmeye çoktan başladı bile. Televizyon kanalları hergün ABD seçim sisteminin olmazsa olmazı haline gelen “açıktan” kötüleme kampanyalarını ardı ardına yayınlamaya başlayınca “hah” diyor insan, “işte yine seçim zamanı!” Bugünlerin en önemli gündemi hiç şüphesiz Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin peş peşe yapılan kongreleri oldu. Demokratlar delegelerini Kolerado’da toplarken, Cumhuriyetçiler Minesota eyaletini tercih ettiler. Seçim sistemine göre her iki partinin başkan ve başkan yardımcısı aday adayları bu kongrelerde bütün eyaletlerden gelen delegelerin vereceği oylar doğrultusunda adaylığa yükseliyorlar ve adaylığı kabul ettiklerini açıklıyorlar. Kongreyi toplamadaki amaç sadece resmi prosedürü yürütmek değil, aynı zamanda da muhaliflere karşı gövde gösterisi yapmak ve partililerin şevk ve enerjilerini yenilemek.
Kongreler dört gün sürüyor ve her gün partinin ileri gelenleri sırayla son iki gün konuşacak olan başkan yardımcısı ve başkan adaylarını tanıtıyor, onlara olan güven ve desteklerini açıklıyorlar.
Demokrat Parti’nin kongresi çok coşkulu geçti. Genç ve dinamik Obama, Bush yönetimini yerden yere vurdu. Bir parça vicdanı olan herkes söylediklerini onayladı. Obama’nin başkan yardımcısı adayı seçimi de partililer tarafından desteklendi. Joe Biden ABD Senatosu’nun en saygın ileri yaşlı üyelerinden biri. Biden son sekiz senenin çılgın politikalarına karşı sağduyuyu temsil eden bir ses oldu genelde. Biz onu ulusalcıların insan hak ve özgürlüklerini askıya alan, boğucu yaklaşımlarına karşı mücadele verirken, lafını esirgemezken hatırlıyoruz. Obama’yı çok genç ve tecrübesiz bulanlara Biden’in Amerikan Kongresi’nin Dış İlişkiler Komisyonu gibi önemli departmanlarında uzun yıllar söz sahibi olmuş olması cevap niteliğindeydi. Böylece genç bir başkanın dinamizmi olgun siyasetçinin tecrübesiyle birleşecek, ikisi birbirini tamamlayacaktı.
Cumhuriyetçilerin Obama-Biden ikilisine gösterilen teveccühü baltalama girişimi çok geçmeden gerçekleşti. Rövanş niteliğinde McCain başkan adayını açıkladı. Hiç beklenmedik bir isim çıktı karar mekanizmasından: Alaska Valisi Sarah Palin. Cumhuriyetçi Parti gibi muhafazakar bir kitleyi temsil eden bir partinin kadın aday göstermesi bir devrim olarak algılandı. Hillary Clinton’un başkanlık yarışıyla ortaya çıkan kadın dayanışmasından istifade etmeyi hedefleyen bu seçim riskli bir seçimdi de aynı zamanda.
Amerika’nın nispeten az gelişmiş bir bölgesinde vali olan bir kişiyi, ulusal ve uluslararası siyaset tecrübesi olmadığını görmezden gelerek başkan yardımcılığına aday göstermek sonucu ne olacağı belli olmayan bir kumardı. Ama McCain bu riski seve seve aldı. Bir başka açıdan da kaybedeceği çok şey olduğundan bu riski almaktan başka çaresi de yoktu. Belki de sekiz senelik Bush yönetiminin Amerikan halkına “rağmen” geliştirdiği iç ve dış politikaların verdiği zararın hafifletilmesi, halkın Cumhuriyetçi değerlere olan güveninin tekrar sağlanması, Cumhuriyetçi Parti’nin kendini yenileyebilmesi için Palin gibi yeni bir yüzün, hem de bir kadın yüzünün siyasete sokulması gerekiyordu. Tabii bütün bunları, dışarıda zahiri olarak ifade eden yok, bunlar parti içi sancıların bir okuması. Yoksa McCain en az Bush kadar neo-con bir duruş sergileme gayretinde. Öyle ki Bush yönetimini Irak konusunda eleştirmek şöyle dursun, neredeyse “Irak’ı işgalde geç bile kaldık” diyecek.
Mc Cain-Palin ikilisine bakınca 11 Eylül’de takılıp kalmış, ileriye hamle yapmaktan aciz, geçmişte yaşayan bir anlayış görüyorum. Tıpkı bizim CHP’nin 1920’den bir günlük yol alamadığı gibi. Cumhuriyetçiler birbirine mi benzermiş ne!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.