Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Tanırım, iyi generaldir

Tanırım, iyi generaldir

İlker Başbuğ’un çok farklı bir orgeneral olduğu, mutlaka çok farklı bir Genelkurmay Başkanı olacağı çok yazıldı çizildi.

Ben de buna benzer şeyler yazmıştım.

Daha doğrusu, Başbuğ’un, Habermas’a atıf yaparak yaptığı konuşmayı değerlendirmeye çalışmıştım.

Paşalarımıza bir şeyler oluyordu.

Garip bir şeyler...

Entelektüelliği Marmaris’te resim yapmaktan ibaret zanneden bazı darbeci generallerin tersine, ‘görülebilir’ bir entelektüel faaliyet içindeydiler.

Okuyorlardı...

Okuduklarını referans gösteriyorlardı.

Hatta, kamuoyu önünde tartışıyorlardı.

Hakkını yemeyelim, Başbuğ’un atfı, adı geçen filozofu (Habermas’ı) sindirdiği kanaati uyandırmasa da, en azından ‘okuduğunu’ gösteriyordu.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner gibi değildi yani.

Koşaner’in ‘postmodernizm’e gönderme yaptığı konuşmasını hatırlayalım.

Koşaner, kavramsal bir dil kullandığı konuşmasında, ‘postmodern tabaka’ diye yeni bir ‘sosyal sınıf’ türetmiş, sonra da bu sınıfı ‘iç düşman’ konseptine dahil etmişti.

Bazıları, bu girişimi, ‘siyasete müdahale’ olarak yorumladılar.

Hayır, siyasete müdahale değildi.

Koşaner, tavrıyla, duruşuyla, hatta ‘celadetiyle’ zaten siyasetin içindeydi.

Bu kez, ‘felsefe’ye müdahale ediyordu.

Çünkü, postmodernizmi ‘anarşizm’le karıştırıyordu, ‘denetimsizlik’ zannediyordu.

Üstelik, yeni bir sınıf ihdas etmek suretiyle, ‘sosyoloji’nin sınırlarına müdahale ediyordu.

Bazı kavramlar böyle uluorta kullanılabilir mi?

Hele, ‘modernizm’in sadece bir veçhesine işaret eden ‘postmodernizm’ kavramı, bu şekilde maksadının dışına taşınabilir mi?

Koşaner Paşa bunu yaptı işte...

Hasbermas’tan haberdar İlker Başbuğ Paşa da, Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi’yi, ‘Ergenekon davası’ tutuklularından Şener Eruygur’la Hurşit Tolon’u ziyarete gönderdi.

Bu ‘görevlendirme’nin anlamı açıktır.

Düpedüz, ‘Tanırım, iyi generaldir’ mesajı verilmiş oldu.

Ziyareti gerçekleştiren Paşa’nın künyesi de oldukça ilginç:

Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, 23 Mart 1996’da yazdığı bir yazıda ‘St. Barnabas baskınını gerçekleştirenlerin kullandığı beyaz Renault Toros’un Sivil Savunma Teşkilatı’na ait olduğu doğru mudur?’ sorusunu yönelttikten birkaç ay sonra, Lefkoşa’da evinin önünde Uzi marka silahla öldürülüyor.

Korgeneral Mendi’nin ismi de, ilk kez bu cinayetten sonra duyuluyor.

Çünkü, Mendi, o sırada (1994-1996 yıllan arasında) ‘Sivil Savunma Teşkilatı Başkanı’ olarak görev yapıyor.

Faili meçhul kalan bu cinayetten önce Mendi’nin, Kutlu Adalı’yı (15 Mart 1996’da) telefonla tehdit ettiği iddiası ortaya atılıyor. Hatta Mendi, 2003’de bu cinayetle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından sorgulanıyor.

Cinayetle ilişkisi olduğu iddialarını reddeden Mendi, 2002’de yurda dönüyor ve sürekli terfi alarak korgeneralliğe kadar yükseliyor. AİHM ise, Türkiye’yi, ‘Kutlu Adalı cinayetini yeterli ve etkin biçimde soruşturmadığı’ gerekçesiyle 95 bin Euro ödemeye mahkûm ediyor.

Mendi, bu kez, Kandıra Cezaevi’nde, Ergenekon tutuklularının yanında.

İlginç bir künye...

İlginç bir ziyaret...

Başbuğ’un ne kadar farklı bir Genelkurmay Başkanı olacağını yazanlar haklıymış demek ki.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi