Gitti melik, geldi melik
Suudî Arabistan’ın doksanlık kıralı Abdullah bin Abdülaziz öldü... Biz “kıral” diyoruz ama, onlar bu kelimeyi kullanmıyorlar, Suudiler önce “emir”diler, yani “bey”, sonra “melik” oldular. O sebeple “kıral öldü yaşasın kıral” yerine, “gitti melik, geldi melik” demek doğru olur. Suudiler ingilizce “king”i tercih ederler. Nitekim umreye veya hacca gidenler bu unvanla sık sık karşılaşırlar.
1920’li yıllar...Dünyanın yeniden tanımlandığı, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizildiği yıllar. Her şey ne kadar tesadüf! Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, İran’da darbe ile Rıza Şah’ın iktidara gelmesi ve Suudilerin Hicaz bölgesini ele geçirmeleri peş peşe... Birbiriyle irtibatlı bir coğrafî alanda birbirini tamamlayan yeni siyasî tanımlamalar tesadüfi olabilir mi?
İngilizler, Osmanlı’yı zayıf bir anında vurmak için Mekke Emir’i Hüseyin’le işbirliği yaptılar. Ona büyük Arap kırallığı (ve muhtemelen hilafet) vaad edilmişti. Oysa oyunun bir yerinde sahneye çıkıp rolünü ifa edecek bir misafir sanatçı idi, Hüseyin. Bunu fark edemedi, fark etse de yem büyüktü sonuna kadar gitmeyi denedi. Osmanlı’ya Hüseyin’le oyun kuran İngilizlerin el altından Suudileri teşvik etmediğini kim iddia edebilir?
Yüz yıl önce, Osmanlı Devleti’nin istihbarat teşkilatı, Hüseyin’in isyan edebileceğini öngördü. Kuşcubaşı Eşref, Mehmed Âkif’in de dahil olduğu bir heyetle Arabistan’ın yolunu tuttu. Hüseyin isyan ederse, bu isyanı sınırlandırmak ve Arap yarımadasındaki emirlerin, bilhassa Necid Emiri İbnürreşid ve Suud Emiri’nin desteğini almaktı maksat. Heyet Necid Emiri ile görüştü, desteğini sağladı. Suud Emiri her ne hikmetse başkentinde yoktu. Günahı boynuna İngilizlerle müşavere için başkentten uzaklaşmıştı. Dolayasıyla Suud emiri ile görüşülemeden dönüldü.
Büyük oyunda rolleri tevzi eden İngiltere Osmanlı Devleti’ni Türklere yıktırdı. Sonraki hamle hilafetin kaldırılması idi. Hilafetin kaldırıldığı yıl, hilafet iddiasındaki Hüseyin’in Hicaz’dan sürülmesine ne buyrulur? Dahası: Yerini alan gücün, hilafet konusuna soğuk bakan Suudiler olması tesadüf müdür? Hicaz’a hâkim olacak Hüseyin’in hilafet iddiasının bir temeli olabilirdi, Suudiler ise zaten hilafet muhalifi idiler. Rivayet edilir ki Türkiye’de hilafetin ilga haberini alan İbnissuut, “Mustafa Kemal, ver elini öpeyim” demiştir!
Hilafetin varlığı, Suudlar Hicaz’ı ele geçirdikten sonra daha ciddi sıkıntılara yol açacaktı. Çünkü bilhassa Hind müslümanları, ki dünya müslümanlarının en kalabalık bir bölümünü teşkil ediyordu, Osmanlı hilafetini tanımaya devam ediyorlardı. Hüseyin’in sahte hilafetini yok etmek ise İngilizlerin desteğini almış Suudların gücü dahilinde idi.
Türkiye –nedense- Suudi kırallığını en erken tanıyan ülkelerden! Her iki sistemin aynı amaca hizmet ettiğini düşünebiliriz: Suudiler dinî iddialarla tekkeleri, zaviyeleri ortadan kaldırdılar, türbeleri yıktılar; Türkiye aynı şeyi laiklik uğruna yaptı!Türbeleri yıkmadı, ama kapattı.
Tabii bazı sağcı babalar, hilafeti ilga eden, dinî kurumları ortadan kaldıran ve Suudilerle İngiliz siyasetinde kardeşleşen Atatürk’ü temize çıkarmak için bir efsane uydurdular. (Tabii vesikasını görmeden bunu söylemek durumundayız. Belge ortaya konulur, o zaman görüşümüzü gözden geçiririz.) Güya Mustafa Kemal Suudiler’in Peygamber efendimizin kabrini yıkacakları haberini almış ve çok şiddetli bir telgraf çekmiş! “Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim” demiş!
Mustafa Kemal akıl ve mantık sahibi bir liderdi. Türkiye ile Hicaz arasında binlerce kilometre mesafe olduğunu bilecek kurmaylık bilgisine de sahipdi. Suriye’de Fransızlar, Ürdünde Hüseyin’in oğlu (ve elbette İngilizler) varken böyle bir tehditin komik kaçacağın kestirecek zekâsı vardı. Ayrıca Suudilerin hâmilerinin İngilizler olduğunu biliyordu. İşin esası ise, Suudiler Peygamber efendimizin kabri hariç bütün kabirleri yıkacaklarını ilan etmişlerdi ve bunu da yaptılar.
1920’lerde Türkiye Cumhuriyeti ile Suudi Krallığı siyaset düzleminde aynı amaca yürüyen yapılardır. Hilafet Suudların da hedefinde idi. Hilafetin ilgasından sonra iki konferans topladılar, biri Mısır’da, diğeri Mekke’de. Bu toplantıların safahatını bilenler, Suudiler’in hilafeti ihya kaygısıyla çalışmadığını kolaylıkla kavrayabilir. Hem İngilizlerin kararı hilafetsiz bir İslâm alemi olduktan sonra Suudiler ne yapabilirlerdi ki?
Kuruluşta İngilizlerin dünya düzenine riayet eden Suudiler, 2. Dünya savaşından sonra ABD’nin kolduğunun altında idi. Hiç bir zaman bir dünya siyaseti takip etmediler. İslâm dünyasında Suudilerin takip ettiği siyaset esasen ayırımcı bir siyasettir. Bugün bilhassa Balkanlara giden vatandaşlarımız burada sürdürülen Suudi siyaseti ile karşı karşıya gelir. Balkanlarda hasarlı da olsa sürmekte olan Osmanlı sonrası dini hayat hedef olarak seçilmiştir. Balkanlarda Osmanlı dini eserlerinin en büyük düşmanı Sırplar değel, Suudilerden beslenen yapılardır.
Arap dünyasının her hamlesinin Suudi duvarına çarptığını en güzel gösteren, Mısır’da İhvan’ın halk desteğini sağlayarak iktidara yürümesidir. Bu ihtimal ölen Suudi kralını harekete geçirmiş, ABD’nin darbe projesinin en baş destekcisi olmuştur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.