Kafasına Hindistan cevizi düşesice...
Hadi yeni yıl, yeni bir dönem... Biraz ‘empati’ yapalım. Kendilerini ‘Türkiye’nin seçkinleri’ addeden kesim bazen haklı mı?
Onları zaman zaman ‘demokrasi karşıtı’ bir tutum içinde görüyoruz da...
Düşündüklerinde, söylediklerinde acaba haklılık payı olabilir mi?
çünkü, demokrasiyi ancak elitler kurar, elitler kurmuştur.
Sorun, Türkiye’de istenen kıvamda elitin (ya da sağlıklı bir burjuvazinin) bulunmayışından mı kaynaklanıyor ve elitlerimizin karşı çıktığı şey, kara kalabalıkların ittirmesi olarak görünen mevcut demokratik yapı mı?
Dikkatinizi çekerim, Hindistan cevizi ağacı altında tatil yapanların, Miami’ye özel tayyare uçuranların, Trump Tower’da ‘daire’ sahibi olmayı marifet sayanların, vergiden yırtmak için teknesine İngiliz bayrağı çekenlerin ‘burjuva’ sayıldığı bir ülkeden söz ediyoruz!
Bir dönem, banka soyanlar da burjuva muamelesi görüyordu.
Bunlar iyi giyiniyorlar, iyi yaşıyorlar, az okuyorlar, çok tüketiyorlar. Ama, Batılı hemcinsleri gibi ‘dönüştürücü’ bir güce sahip değiller.
Burjuvazimizin durumu bu...
Proleter özellikler göstermesi beklenen işçi sınıfımız da giderek muhafazakarlaşıyor...
Doğru dürüst bir aristokrasimiz de yok.
Bütün bu yokluklara rağmen, ne mutlu ki, dibine kadar ‘sınıf bilinci’ (!) gösteren, varlığını statükonun muhafazasına adamış hırt bir elitist kesim var. Bazıları, kendilerince haklı nedenlerle, demokrasiyi bu kesimin kurmasını istiyor.
Bu çılgınca istek, bir dönem, ‘teknokratlar hükümeti talebi’ne kadar varmıştı.
çünkü, cahil, geri ve eğitimsiz Türk halkı demokrasiyi bir türlü talep etmiyordu, sadece ‘çıkar grupları’nı iktidara getiriyordu ve ‘demokrasiymiş gibi’ görünen bu düzen, kendisini kurumsallaştıramadığı için, saman alevi gibi on yıl içinde sönüp gidiyordu.
1950’de böyle olmuştu.
80’lerde de böyle olmuştu.
2000’lerde de böyle olması kaçınılmazdı.
O halde özlenen sistemi, yani demokrasiyi, iyi eğitim almış, aydın, ‘bilinçli kitleler’ kurmalıydı. Bu da ancak ara dönem koşulları içinde, bir ‘teknokratlar hükümeti’yle mümkündü...
çünkü, Türkiye gibi ülkelerde ‘talepler’ değil, ‘dayatma’ geçerliydi. Dolayısıyla totalitarizm (ya da hemen aklınıza gelen bildik ‘izm’) demokrasi için bir ön koşul, bir alt basamak olabilirdi.
Cumhuriyeti böyle kurmuştuk.
çok partili sisteme böyle geçmiştik.
Pekala demokrasimizi de bu şekilde kurumsallaştırabilirdik.
Hayır, ciddiye almayın.
Ciddiye alasınız diye değil, gülesiniz diye yazıyorum
Fakat, ciddiye almasak da, haksızdırlar da diyemiyoruz.
Doğrudur, demokrasiyi elitler kurar.
Batıda da böyle olmuş... Gelgelelim Türkiye’de bu iş, kötü bir Jöntürk geleneği olarak ‘bürokratlara’ (bürokratik elite) ihale edildi.
Bürokratik elit ise, halkla değil, burjuvazinin hırt kesimiyle işbirliği kurdu. çevrenin taleplerini merkeze taşımak yerine, çevrenin taleplerine karşı ‘merkezi koruma’ görevine soyundu. ülkenin ancak zecri ve cebri yöntemlerle kalkınacağını, Türk halkının sadece ‘sopa zoruyla’ değişebileceğini savundu. Halkın kültür ve ahlak değerlerine saldırmayı ise varoluşunun gereği saydı.
Budur sorun.
Bu nedenle demokrasi, olacaksa, ‘kara kalabalıklar’ın ittirmesiyle olacak.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.