Rabıta haktır
Râbıta mürîdin, Allâh-u Te’âlâ’da fânî olan kâmil şeyhinin rûhâniyetinden meded istemesi ve
uzağındayken yanındaymış gibi feyiz almak için sûretini çokça göz önüne getirmesinden ibarettir.
Mürîdin şeyhini severek yâdetmesi ve sûretini zihninde canlandırmasıdır ki bu sayede mürîd, tedrîcen (yavaş yavaş) şeyhi gibi kâmil olur.
Râbıta; lugat (sözlük)ta:
a) “İki şeyi birbirine bağlayan ip,
b) “Alâka”,
c) “Vuslat”,
d) “Münâsebet”,
e) “İlgi ve sevgi ile mensûbiyet”,
f) “Cesur ve dayanıklı olmak” gibi anlamlara gelir. (İbn-i Manzur, Lisânu’l-Arab, 5/112-113)
Tasavvuf ıstılâhında ise: “Mürîdin, tefekkür ve muhayyile (hayal) gücünü kullanarak, mürşidiyle rûhî sahada beraber olması”nı ifade eder.
Tasavvuf’ta, rûhî terbiye için bu mânâ beraberliğine ihtiyaç olduğu söylenmiştir.
Diğer bir târife göre de, Râbıta:
“Mürîdin, Allâh-u Te’âlâ’da fânî olan kâmil şeyhinin rûhâniyetinden meded (yardım) istemesi ve uzağındayken yanındaymış gibi feyiz almak için sûretini çokça göz önüne getirmesi”nden ibarettir.
SEVGİ RÂBITASI
Böylece mürid, kendisi için gereken edebi takınmış olacağından, huzur ve nuru tamam olur ve alçak işlerden sakınması kolay olur.
Bunun izahı: “İlâhî ve Zâtî sıfatlarla muttasıf; yanî: “Allâh-u Te’âlâ’ın ahlâkı ile ahlâklanın” (Fahrurrâzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 11/47, İbni Hacer el-Heytemî, el-Fetâve’l-hadîsiyye, sh:208) emrine imtisalen, Allâh-u Te’âlâ’nın, affetmek, görmezden gelmek ve cömertlik gibi sıfatlarını takınmış), müşâhede (Allâh-u Te’âlâ’yı görür gibi olma) mertebesine ermiş kâmil bir şeyhe kalbi bağlayıp, huzur ve gıyâbında (yanında ve uzağında) o şeyhefendinin sûreti, sîreti (mânevî hâli) ve özellikle rûhâniyetini hayâlen kendisiyle birlikte farzederek, yanındayken takındığı tavrı, ayrıyken de sürdürmeye çalışmak” demektir. (Şeyh Hâlid en-Nakşibendî, Risâle fî Hakkı’r-Râbıta, Cem’ ve Tahkîk: Nizâr Abaza, sh:25)
Râbıta’ya, “Sevgi” anlamı da yüklenmiştir.
“Râbıta-i muhabbet (sevgi râbıtası)” ise şöyle târif edilir: “Mürîdin şeyhini severek yâdetmesi ve sûretini zihninde canlandırması”dır ki bu sayede mürîd, tedrîcen (yavaş yavaş) şeyhi gibi kâmil olur.
ONUN HALİYLE HALLENME
Zira “Muhabbet râbıtası”, muhibbi, mahbûbun sıfatlarına idhâl eder (seveni, sevdiğinin sıfatlarına kavuşturur). Nitekim:
“Sevgi, sevenin kendisine ait sıfatları kaybolup, yerini sevdiğinin huylarının almasıdır.” denilmiştir. (Ali Kadrî, Risâle-i Behâiyye, Sh.34)
Yine, “Kalbî râbıta”, “Mürîdin, kalben şeyhiyle beraber olmasıdır” diye târif edilmiştir.
Bu mânâ birliğinin, mürîdi, şeyhinde fenâ bulmaya, yani onun hâliyle hallenmeye götürdüğü söylenir.
KALBİ VE MANEVİ İRTİBAT
Tasavvuf’ta râbıtanın amacı, “Râbıta-i huzûr” dur. Yani sâlikin daima huzûr-u İlâhî’de bulunduğu duygusunu sağlamaktır.
Her an Allâh-u Te’âlâ’yı görür gibi yaşamaktır. Bunu sağlamak çok zor bir olaydır.
Çünkü Allâh-u Te’âlâ’nın Zât’ını tahayyül etmek (öz Kendisini hayale getirmek) mümkün değildir.
Öyleyse kulun, râbıta-i huzûr için yoğunlaşmasını sağlayacak bir terbiyeye ihtiyaç vardır. Tasavvuf’ta bu terbiyeyi sağlamanın yollarından birisi de, insan-ı kâmil konumundaki şeyhle kalbî irtibattır.
Mürşid-i kâmil, kendisine bağlanan sâliki alır; önce Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)‘de fânî olmaya (eriyip gitmeye), ardından da asıl gâye olarak Cenâb-ı Hak’ta fânîliğe ulaştırır.
Çocuğun ana-babasına, kişinin candan sevdiği bir arkadaşına veya büyüğüne duyduğu muhabbet ve bağlılık hisleri gibi, insanlar arasında tabî’î ve fıtrî (doğal ve yaratılıştan) bir bağ bulunduğu mâlumdur.
Nasıl ki bir çocuk, yetişme çağında genellikle anne-babasına veya kendisinden büyük ağabeylerine benzemeye çalışır; nasıl bir öğrenci, çok sevdiği hocası gibi olmaya özenirse, işte mürîd ile mürşidi arasında da böyle kalbî ve mânevî bir irtibat bulunması tabiîdir.
Mürîd, bu irtibat sayesinde her tavır ve hareketinde kendisini şeyhine benzetmeye çalışır ve yukarıda işaret ettiğimiz “Sevgi râbıtası” sonucunda, seven, giderek sevilenin sıfatlarını takınmaya başlar.
HAYAT NUMUNEMİZ
Nitekim İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sırruhu)’nun beyanı vechile:
“Bu mânevî yolda ilerlemek, kendisine uyulan şeyhe yapılan “Muhabbet râbıtası”na bağlıdır.
Bir mürîd, şeyhine karşı olan muhabbeti vasıtasıyla anbean onun boyasıyla boyanır ve akis yoluyla onun nuruyla nurlanır.
Bu durumda o şeyhin, mürîdi yetiştirdiğini bilmesi, mürîdin de kendi istifadesini farketmesi şart değildir.
Nitekim güneşin hararetiyle yavaş yavaş yetişen ve günlerin geçmesiyle olgunlaşan karpuz, yetiştiğini bilmediği gibi, onun kemâle ermesine sebep olan güneşin de, bunu idrâk etmesi gerekli değildir.” (İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât, 1/252, 253)
Evet! Hepimiz, hayatımızın belli dönemlerinde sevdiğimiz, benimsediğimiz ve örnek aldığımız insanlara benzemeye çalışmışızdır.
Hepimizin şahsiyet ve yapısının oluşmasında, böyle insanların küçümsenemeyecek bir etkisi vardır, çünkü onlar, önümüzdeki muşahhas (görülen) örneklerdir.
Onların her tavır ve davranışı bizim için bir numûnedir.
Onlar hangi durumlarda nasıl davrandılarsa, biz de şahsiyetimiz tam anlamıyla oturuncaya kadar onlar gibi davranmaya özenir, onları âdetâ hayat numûnemiz hâline getiririz.
“Kişinin fikri ne ise zikri de odur” şeklindeki söz, ne kadar yerindedir.
İYİ İYİLİĞE, KÖTÜ KÖTÜLÜĞE
Meselâ bir kimse düşünelim ki, hayâlinde devamlı olarak fuhşiyâtı ve münkerâtı (çirkin işleri ve yasakları) yaşatmakta ve zihninde hep bu halleri yaşarken, bu fiilleri işlerken hissettiği duyguları canlandırmaktadır.
Bu kişinin kafasında ve gönlünde, devamlı surette bu işleri yaparken beraber bulunduğu kimseler vardır.
Böyle bir kimsenin, bu türlü bir zihin hâli ile kötülükleri işlemekten uzak durması, saplandığı ma’siyet batağından kurtulması mümkün müdür? Yine aynı şekilde başka bir kimse de düşünelim ki, hayalinde her zaman güzellikleri, sevgiyi, saygıyı ve iyilikleri yaşatıyor; tanıdığı iyi insanların hal ve durumlarını zihninde her an canlı bulunduruyor, onlarla beraber iken hissettiği tadı duyuyor. Böyle bir kimsenin de kötülüğe kolay kolay meyletmesi ve bütün benliğini saran o iyi duygulara rağmen kolayca ma’siyet işlemesi mümkün değildir.
RÂBITANIN TESİRİ
İşte bu misâl bize râbıtanın tesîri ve hakîkatı hakkında bir fikir verebilir.
Zira kişi ne türlü kimselerle beraber olursa, huy ve alışkanlıklarında onlara benzer.
Ne kadar kötü bir insan olursa olsun, iyi kimselerle beraberliğini sürdürdükçe, onların iyi hâlleri kendisine de sirâyet eder.
Aynı şekilde kötü kimselerle beraberliğini sürdürdüğü zaman da, kendisi ne kadar iyi
insan olursa olsun, zamanla onların kötü hallerini kendi benliğinde de hissetmeye ve onlara benzemeye başlar.
TAZİYE ZiYARETİ
11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül Beyefendi, Mahmud Efendi Hazretleri’ne kardeşi İsmail Ustaosmanoğlu Hoca Efendi’nin vefatı sebebiyle taziye ziyaretinde bulundu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise telefonla taziyesini iletti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.