Lozan’dan Medine’ye…
Mersin’de üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın hunharca öldürülmesi Türkiye’yi sarstı. İlk defa ciddi bir biçimde cezaların suça orantısının uyumlu/ mütenasip olup olmadığını gündeme getirdi. Daha somuta gidecek olursak, idam cezasının lüzumu ve kaçınılmazlığı gündeme geldi. Bunun gideceği ve varacağı yer bellidir. AB kriterlerinin rafa kaldırılması ve kendi kriterlerimize geri dönmek. Yahut daha güncel ifadesiyle, AB kriterlerini bırak Ürdün kriterlerine bak! Bunu biraz da AB kriterlerini aşağılamak için söylüyorum. AB kriterleri bizim gibi ülkelere dar geliyor. Çünkü sosyal yapı bir değil. Bunu biraz daha açalım. Son yıllarda AB normlarından etkilenerek idamı kaldıran veya rafa kaldıran bazı ülkeler şimdi bu kararlarını gözden geçiriyorlar. Bunlardan birisi Pakistan diğeri de Ürdün. Her iki ülke de tedhişe başvuran yerel Taliban veya IŞİD mensuplarına karşı idamı yeniden yürürlüğe soktu. Bizde ise adi suçlar kamu vicdanını rahatsız etmeye başladı. Rahşan afları gibi aflarla zaten adaletin terazisi güdük hale gelmişti. Artık cezalar caydırmıyor azmettiriyordu. Kamuoyu vicdanı kanamaya devam ediyordu. Ta ki bu Özgecan Aslan olayı patlak verinceye kadar. Son sıralarda idam cezaları kamuoyunun gündemine gelmiş lakin hükümet savsaklamıştı. Artık artan ve vahşi hale gelen adi suçlar Türkiye’nin elini idam cezasını geri getirmeye zorlamaktadır. Bunun mutlaka siyasi boyutu da var. Sözgelimi PKK elemanlarının yeniden şiddete dönmeleri halinde idam cezaları bu unsurları da kapsamalı. Mesele Kenan Evren’in dediği noktaya gelmiştir. Asmayayım da besleyelim mi? Elbette onun gibi mühendislik yaparak bir sağdan bir soldan idam ederek dengeyi gözetelim demiyoruz. Adaleti gözeterek ihkak-ı hak etmeliyiz.
Bu noktada AB kriterlerine veda etmenin zamanıdır. Herkesin sosyolojisi farklı olduğu gibi aynı zamanda hukuku da farklı olmak zorundadır. Veya fark kaçınılmazdır. Farklı bir sosyolojik zeminden AB kriterlerini baz almak zorunda değiliz. Zaten yürümüyor. Hukuk çarpıklığı sonunda bizi ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ ayrımına sürüklüyor. Arapların idamın gerekliliğini anlatan veciz bir ifadeleri var: El katlu enfa lilkatli. Burada kısasın veya idamın caydırıcı olduğuna atıf var. İdam cezası iki canı birden koruyor. Ağır ceza veya idam katili caydırıyor maktulu de siyanet kanatları altına alıyor. Korku dengesi kuruyor. İdam kaldırıldıktan sonra suç ile ceza arasında bir denge kalmamıştır. Caydırıcılık yok olmuştur. Son dönemlerde psikolojik ve sosyal terbiye eksikliği nedeniyle toplum çarpık hale gelmiş psikolojisi ve sosyolojisi bozulmuştur. Bunun sonucunda toplumda dengeli adam oranı azalırken psikopat ve canilerin sayısı hızla artmaktadır. Cinayetleri hafife alma sonucunda caniler ekranlarda; evlilik programlarında boy göstermeye başlamıştır. Hadi Psikopatlar sürüsü kendilerinin farkında değil, onları denetleyen bir üst akılda mı yok? Bu tip adamlar nasıl eleme kriterlerini aşarak ekrana kadar ulaşabiliyorlar? İnsanlık yerine reytingi esas alırsanız olacağı budur. İnsanların kanı ticaret metaı haline gelir. Türkiye’nin en büyük eksiği her alanda ciddiyet ve disiplin eksikliğidir. Bu iki mesele tedarik edilmeden cemiyet ve devlet düzeni çöker. Sonrasında ah vah etmenin alemi yok.
Peki Çözüm ne? Taha Akyol’un yazdığının tam tersini yapmak. Yani Medine’den Lozan’a veya güncel tabiriyle Brüksel’e gitmiştik, şimdi süreci tersine çevirmek, geri dönmek. Lozan’dan veya Brüksel veya Kopenhag kriterlerinden Medine kriterlerine rucu etmek. Hukuk normları üzerinden ifade edecek olursak; AB kriterlerinden Mecelle’ye dönmek. Lakin ağızları AB’nin çarpık tadıyla bozulan bazıları bu yüzden Ataullah İskenderi’nin ifade ettiği gibi mal-i zülalı acı su zannedebilirler. İşte bu noktada bulvar yazarlarından Rahmi Turan beşinci sınıftan itibaren okullarda başörtüsü serbestisi getirilmesi kararını Mecelle’ye dönüş olarak takdim etmiştir. Daha da ilerisine giderek kendisine göre Mecelle’ye yeni bir madde ilave etmiştir: Mecelle’ye göre, aileler kız çocuklarını 9 yaşında evlendirebilir! Bulvar gazetecisi böylece gerçekleri çarpıtarak vulgarize ediyor! Dini denilen ne varsa dürbünün tersiyle bakıyor. Bundan dolayı gördüklerini hep çarpık görüyor. Barolar Birliği ile birlikte Rahmi Turan koro halinde Mecelle’ye bu tür bir göndermede bulunmuştur.
Oysa, süreci tersine çevirmeliyiz. Taha Akyol hukukun tek tipleştirilmesini meyanında batılılaştırılmasını savunduğu gibi Charlie Hebdo saldırılarından sonra da ‘İslam dünyasının içine saplandığı durumu’ Müslüman ortaçağı mefhumuyla ifade etmiştir. Kafadarı Nick Danforth da aynı zeminden hareketle Müslümanların Ortaçağda debelenip durduklarını yazmıştır ( Islam Will Not Have Its Own 'Reformation'/ Islam remains stuck in the Middle Ages | Foreign Policy/ 2 Ocak 2015). Ceyda Karan da ‘bu çarpıcı tespit’in üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayıvermiş! Dedikleri gibi Müslümanlar ortaçağda debeleniyorsa kendileri de ilk çağa veya bizim ifademizle cahiliyet çağına doğru yuvarlanıyorlar. İslam’ın verdiklerini ellerinden geri alacak olursak ilk çağı boylarlar. Kısaca AB kriterleri ayaklarımızın altındadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.