Tarzan zor durumda
Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ‘evet’ demiş olsaydı, hileyle, muvazaayla, ‘takiye’yle götürdükleri işi, açık kanallara dökeceklerdi.
Çünkü, Başbakanı pijamayla karşılanan hükümetin ‘el çabukluğu marifet’ usulüyle Meclis’ten geçirdiği RTÜK Yasası, medya patronlarına hem bir televizyon kuruluşunda yüzde 10’dan fazla ‘hisse’ sahibi olma, hem de kamu ihalelerine girme imtiyazı tanıyordu.
Sezer işi bozdu.
Sezer’e düşman kesildiler.
Hatta, işi bittiği için kapı dışına konulan Emin Çölaşan’a ‘Ahmet Bey’ yazıları yazdırdılar.
Kendisini ‘amiral gemisinin kaptanı’ olarak pazarlayan arkadaşa göre, kartel olgusuna yasal kılıf giydiren RTÜK Yasası ‘şeffaf devlet’ ilkesiyle pek bir bağdaşıyordu ama, ah o Sezer yok muydu?
Öfkelenmekte haklıydılar.
Bu uğurda az mücadele vermediler.
Postmodern darbe bile yaptırdılar.
Meraklı bir göz, 28 Şubat postmodern müdahalesinin arkasındaki tek sivil desteğin kartel televizyonu ve gazeteleri olduğunu görecektir.
Kendisini ‘amiral gemisinin kaptanı’ olarak pazarlayan arkadaş, yönettiği gazetede, önce ‘Bu defa işi silahsız kuvvetler halletsin’ şeklinde bir manşet atmış, silahsız kuvvetlerin işi çözemeyeceğine kanaat getirdikten sonra da, işi çevirip Orgeneral Çevik Bir’in ağzından hakiki darbe siparişinde bulunmuştu: ‘Gerekirse silah bile kullanırız.’
Silah kullanmalarına gerek kalmadı.
Bunu kartelin sahibi de itiraf ediyor: ‘1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi.’
Ne mutlu ki, ilk kez darpsız, kansız bir darbeye sahip olduk.
Bu darbenin lojistiğine koşulmuş ‘medya büyüğü’nün altı adet ulusal gazetesi, üç adet ulusal televizyonu bulunuyordu. Mebzul miktar dergi ve yan yayına sahipti. Ülkedeki tek gazete dağıtım şirketinin en büyük ortağıydı.
Cari yasalara göre, bir müteşebbis, bir televizyon kuruluşunda yüzde 10’dan fazla hisse sahibi olamıyordu.
Gelgelelim yasalar, hele de ‘28 Şubat süreci’nde paspas edilip günah keçisi haline getirilen RTÜK Yasası ‘medya büyüğü’ne işletilmedi.
Derken, TEDAŞ ihalesinde pay sahibi olduğunu öğrendik.
Çok sevindik...
Oysa yasalar, ‘medya büyüğü’nün kamu ihalelerine girmesini yasaklıyordu.
Hüküm açıktı.
Fakat bu hüküm, Başbakan’ı pijamayla karşılayacak cürete sahip medya büyüğü için caydırıcı olmadı.
Olamazdı da...
Elindeki silah, yani televizyon ve gazeteler, yasa uygulayıcılarının önünde ‘korkutucu’ bir kalkan olarak duruyordu.
Nitekim, Danıştay TEDAŞ ihalelerini iptal ettiğinde, kartel gazete ve televizyonları topyekûn ‘yargının siyasallaştığını’ işleyip, aba altından sopa göstermeye başladılar.
Aynı Danıştay ‘iptal’ kararını bozunca, bu kez yargının ‘hukuka uygun’ bir karar aldığı görüşünü seslendirdiler.
Medya büyüğünün ‘geçmiş serencamı’ böyle.
Bundan sonra ne olacağını göreceğiz.
Herhalde karşılarında her denilene boyun eğen bir Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller bulamayacaklar.
Tarzan zor durumda...
Belki de bu işleri medya büyüğünün başına, kendisini ‘amiral gemisinin kaptanı’ olarak pazarlayan arkadaş sardırdı, bilemiyorum.
Çok hareketli günler yaşayacağız.
Çok da eğleneceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.