Rant sistemi, medya ve ahlák
Birdenbire siyasi gündemin baş sırasına oturan, Başbakan’la Aydın Doğan arasındaki söz kavgasının, sadece işaret edilmesi bile bir köşe yazısına sığmayacak kadar çok boyutu var. Bir büyük iş adamının sahibi olduğu basın-yayın araçlarını devlet onayına bağlı iktisadi-ticari çıkarlarını artırmakta kullanmayı neredeyse alışkanlık haline getirmiş olmasından tutun da, Başbakan’ın kendisine yöneltilen isnada cevap verme sadedinde de olsa tercih ettiği üslubun yakışıksızlığına kadar birçok boyut...
Bundan önce, dini hissiyatın iktisadi kazanç amaçlı olarak istismarı hakkında birkaç söz söylemek isterim. Hatırlanacağı gibi, mahut ‘28 Şubat Süreci’nde hükümeti ve ‘bağımsız kurullar’ıyla bütün bir ‘Devlet’ ‘irtica’nın ekonomik desteği olarak gördüğü ‘yeşil sermaye’yi baskı altına alıp köşeye sıkıştırmayı temel bir politika olarak benimsemişti. O vakitler benim de dahil olduğum bir grup, aslında sivil İslam’ı ve ‘Anadolu sermayesi’ni hedef alan kötü niyetli bir girişim olduğu gerekçesiyle, buna karşı çıkmıştı.
Zamanla, bu kesimde dini duyguların ticarete alet edildiği iddiasının kısmen doğru olduğu anlaşıldı. Deniz Feneri Derneği’nin de bu kategori içine girip girmediğini şimdilik bilmiyoruz; ama meseleye İslámi kesimde böyle bir şey olmazmış gibi kategorik olarak bakmanın yanlışlığı da ortadadır. Şu var ki, Başbakanı, ‘hayır’ için toplanmış büyükçe bir meblağı kendi uhdesine geçirmiş gibi gösterecek şekilde resmi bir belgeyi tahrif etmenin basın özgürlüğüyle ilgili olmadığı da açık. Kim olsa, böyle haksız bir isnat karşısında asabı bozulurdu.
Yine de Başbakan’ın sinirlerini kontrol etmesi ve söylediği sözlerin nereye varacağını iyi hesap etmesi gerekirdi. Meselenin bu yanıyla ilgili olarak bizim gazeteden Necdet Şen Salı günü fevkaláde güzel bir yazı yazdı. Bu konuda ben ondan daha iyisini yazabileceğimi sanmıyorum. Ama meselenin üzerinde durulması gereken hayati dercede önemli başka bir yanı daha var.
Medya patronlarının sahibi oldukları gazete ve televizyonları kendi ticari çıkarlarını artıracak şekilde hükümet üzerinde baskı aracı olarak kullanmalarına bir çare olarak, epey bir süredir, bu kişilerin medya dışında başka bir ticari-sınai işle uğraşmalarının yasaklanması gerektiği ileri sürülmektedir. Ben bunun hem uygulanamaz olduğunu hem de daha önemlisi ‘hür teşebbüs’ sistemiyle bağdaşmadığını düşünüyorum. Büyük bir iş adamının aynı zamanda medya patronu da olması onun bu araçları kötüye kullanmasını zorunlu kılmaz.
Medya patronlarının bu şekildeki suiistimalleri ve bu arada gruplarında çalışan gazetecilere kendi adlarına iş takipçiliği yaptırmaları her şeyden önce medya ahlákıyla ilgili bir sorundur. Ama işin bir de sistemin yapısından kaynaklanan yanı var ki kanaatimce bu daha temel bir sorun: Türkiye’deki cari sistemin karakteristik vasfı, devletin öncelikle bir rant yaratma ve dağıtma mekanizması olmasıdır. Şu veya bu şekilde rant merkezleri olarak işleyen kimi idari birimlerin bir kısmının ‘bağımsız kurullar’ olarak teşkilatlandırılması da çare değildir. Nitekim, önceki dönemlerde olduğu gibi AKP iktidarı döneminde de bu kurulların gerçekte siyasi iktidardan bağımsız olmadıkları görülmüştür.
Devlet rant kapısı olarak kaldığı sürece ne kimi patronların medya gücünü hükümetlere şantaj yapmakta kullanmalarının önüne geçilebilir, ne de genel olarak siyasi yozlaşmanın. Çözüm devletin rant kaynağı olmaktan çıkarılmasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.