Çanakkale İle İmtihanımız!
Çanakkale Zaferi nasıl bahaneler bulunursa bulunsun, ne gibi iddialar ortaya sürülürse sürülsün önemsizleştirilemez. Sonradan Çanakkale’nin geçilmesi de sonucu değiştirmez. Eğer Çanakkale 1915’te mağlubiyetimiz sonucu geçilse idi, tarih başka yazılacaktı.
Çanakkale Zaferi’ni önemine mütenasip kutluyor muyuz?
Cumhuriyet’ten sonra Çanakkale Zaferi’ni kutlamaktan vaz geçtik! İki mühim sebebi olabilir, birincisi Lozan Anlaşması’na göre Boğazlar’da söz sahibi olmamamız... Hatta Gelibolu’da bize karşı savaşan Anzak güçlerinin hatırasına toprak tahsis etmemiz...
İkincisi, zafer esas olarak İngilizlere karşı kazanılmıştır, üzerinden güneş batmayan toprakların sahibi İngiliz İmparatorluğu’nun gururu Çanakkale’de kırıldı... Türkiye’nin yeni yöneticileri İngiltere’nin üstün hâkimiyetinin farkında idi, ona karşı “sana karşı zafer kazandım!” demek istemediler... Açın 1935’in gazetelerini, 20. yılda zafer kutlamaları ile ilgili bir şey bulamazsınız.
1930’larda Çanakkale Zaferi’nin kutlanması bir yana, Anzak mezarları ve burada yapılan şafak ayinlerini normalleştirmek için Cumhurbaşkanı açıklama yayınladı... Bu âlicenaplık olarak değil, aczin ifadesi olarak okunmalıdır.
Sen zaferini kutla(ya)mıyorsun, mağluplar mağlubiyetlerinen kimlik inşa ediyorlar!
Çanakkale Zaferi’ni gerçekten kutlamaya başlamamız 1950’den sonradır. Anıt da o zaman yapılmıştır. Sonraki yıllarda Anzak kutlamaları karşısında bir denge kurulmaya çalışılmış, şehitlikler imar edilmiş ve nihayet son senelerde daha derli toplu düzenlemeler ve kutlamalar yapılmıştır.
Bu sene yüzüncü yıldı...
18 Mart sönük geçti.
24 Nisan’da yabancı devlet erkânının katıldığı törenler önemli olmakla beraber, halkın coşkusunu ifadeye müsait bir uygulama değildi. 100. yıl kutlamalarını bütün Türkiye dağıyla taşıyla, köyüyle şehriyle derinden hissetmeliydi.
Çanakkale Zaferi sadece deniz zaferi değil, kara savaşları yıl boyunca sürdü. Nihayet 1916 başında İngilizler büyük tantanalarla geldikleri Çanakkale’yi sessizce ve adeta “çaktırmadan” tahliye etti...
Yani yıl boyunca kutlama yapmak için vesileler var. Mesela şu sıralar İkinci Kirte muharebelerinin 100. yılı...
Bu konudaki beceriksizliğimiz, isterseniz vurdumduymazlığımız deyin, Çanakkale muharebelerini ve zaferini yazma hususunda da sözkonusu. Zamanında Harbiye Nezareti “Çanakkale edebiyatı” oluşturmak için bir hayli çaba sarfetmiş. Hatta cepheye zamanın bazıları Mehmet Emin ve Ömer Seyfeddin gibi tanınmış, bazıları genç ve fazla bilinmeyen şair ve yazarları, iki ressam ve bir bestekâr, bir fotoğrafçı ve kameramanla birlikte gönderilmiş. “Edebî Heyet”in hikâyesini daha önce Ziver Tezeren’in Çanakkale Şiirleri Antolojisinde ve Ömer Çakır’ın Türk Şiirinde Çanakkale Muharebeleri kitabında okumuştum.
Son olarak Beşir Ayvazoğlu “Edebî Heyet’in Çanakkale seferini”ni kitaplaştırdı: Edebiyatın Çanakkale ile İmtihanı...
Türkler yapar, fakat yazmaz!
En büyük savaşlar bile birkaç satırla geçiştirilir. Buna daha önce büyük şairimiz Yahya Kemal dikkat çekmişti.
O yüzden 20. yüzyılın başında eski zaferleri tasvir eden şiirler yazdı.
Mohaç Türküsü, İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel, Alparslan’ın Ruhuna Gazel, Selimname gibi...
Onun Çanakkale ile ilgili şiiri Sultan Reşad’ın gazelini tahmisidir.
Beşir Ayvazoğlu, kitabında edebiyatçıların savaş sırasında Çanakkale seferini ayıntılı olarak anlatıyor. Bunun için kaynakları, o heyette olanların şahitlikleri veya başka vesilelerle cepheye giden Hüseyin Cahit gibi gazetecilerin yazıları ile basına yansıyan haberler.
Beşir Ayvazoğlu’nun güzel üslübu ile anlatılınca daha da câzib hale geliyor konu. Ayvazoğlu, edebiyatçıların Çanakkale seferinin zaferle sonuçlanmadığı kanaatine varıyor. Bu kadar edebiyatçı, sanatçı cepheye gidiyor, birçok fevkakalade olaya şahit oluyor, cephenin gerçeklerini görüyor, kan ve barut kokusu alıyor, hatta bazan tehlikeli durumlarla karşılaşılıyor, fakat sonuçta çok güçlü bir Çanakkale edebiyatı otaya çıkmıyor. Heyettekilerin bazısı tek satır bile yazmıyor. Yazılanlar önemli, fakat yeterli değil.
Elbette Ayvazoğu haklı. Yine de diyebiliriz ki, Çanakkale en çok yazılmış zaferimiz! İstanbul’un Fethi, bilhassa da 500. yılı dolayısıyla edebiyatımızda çok işlenmiştir. Ondan sonra galiba Çanakkale gelir. Çanakkale edebiyatının şahikası ise, edebiyatçıların Çanakkale seferi sırasında Arabistan’da görevli olarak bulunan Mehmed Âkif’in
Medine’ye yakın bir istasyonda, çölün ortasında kaleme aldığı “Çanakkale şehidlerine” şiiri...
Demek ki, yakından görmek, yakîn sahibi olmaya yetmiyor.
Âkif Çanakkale’yi görmüyor, fakat binlerce kilometre uzakta yakîn ile yazıyor!
(Edebiyatın Çanakkale ile İmtihanı Kapı yayınları, 212 674 97 23)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.