Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

İlk Amerikancılar Chp’li, Yâni Kemalistlerdi

İlk Amerikancılar Chp’li, Yâni Kemalistlerdi

Chp’nin Amerikancılığı 1933’de M. Kemal devrinde başlar. Fakat ilk Chp’li Amerikancı İsmet İnönü’dür. Halide Edip gibi isimlerin de bulunduğu “Amerikan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Türkiye üyelerince Millî Mücadele yıllarının başında Türk devletinin Amerikan mandasına girmesi teklif edilmişti.

“İNÖNÜ AMERİKANCILIĞI”

İnönü, mandacıların teklifini destekleyenlerin arasındaydı. “Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese yeğ tutuğu yolunda Amerikan milletine başvurulsa, pek çok faydası olacaktır deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalanmadan Amerika'nın denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek çâre gibidir” diyen İnönü’dür. İkinci Dünya Savaşı sonunda da “Almancılığı” bırakıp "İnönü Amerikancılığı” nı başlatan yine İnönü’nün kendisidir.

Mustafa Armağan’ın “Efsaneler ve Gerçekler” kitabını okuyanlar, Misak-ı Millî’nin hukukî temelini Wilson Prensipleri’nin 12. Maddesi’nin oluşturduğunu bilirler. M. Kemal, Sivas Kongresi Başkanı olarak Abd Senatosu’na gönderdiği mektubundaki gaye “Wilson’un milletlere kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyan barış plânı” yatmaktaydı. İstiklâl Savaşı’nın ortalarında şartlar değişse de, M. Kemal’in başkanı olduğu Heyet Wilson prensiplerini kabul etmiş ve Abd Senato’sunun inceleme yapmak üzere Türkiye’ye gönderdiği General Harbord ve maiyetini “davullu zurnalı törenlerle” karşılanmıştır.  

M. KEMAL: “MİLLÎ SINIRIMIZI WİLSON PRENSİPLERİ’NE GÖRE İFADE ETTİM”

Hülâsa ifadeyle M. Kemal, Millî Mücadele’den sonra küçültülmüş Türkiye’nin hudutlarını kararlaştırırken Abd Başkanı Wilson’un prensiplerine tâbi olmuştur.1926 yılının gazetelerinde yayınlanan beyanatı bunun tescilidir: “İtiraf ederim ki, ben de milli sınırı biraz Wilson prensiplerinin insani maksatlarına göre ifadeye çalıştım. Hemen açıklayayım: O insani prensiplere dayandığındandır ki, Türk süngülerinin müdafaa ve tespit ettiği sınırları müdafaa etmişimdir.”

M. Kemal bu beyanatıyla Amerikan devletinin imza etmediği Lozan Anlaşması’nın kabulü ve büyük yatırımların yapılması “umuduyla” mesaj vermeye çalışıyor. Malûmdur ki Millî Mücadele için kongreler toplanırken, Halide Edip ve İsmet İnönü gibi Amerikan mandacılarının teklifleri Sovyet Rusya’nın stratejik komşu olarak yapacağı yardımlar daha menfaatli olduğu için bir süreliğine göz ardı edildi. Fakat Lozan Anlaşması’ndan sonra İlk Amerikan muhipliği Cumhuriyetin hemen başında başlar.

M. KEMAL, AMERİKA’YI DOST EDİNİYOR

Elçiler aracılığıyla başlatılan Amerikan muhipliği öyle bir noktaya getirilir ki, 11 Kasım 1923’de Curtis La Francea isimli Amerikalı bir çocuğa M. Kemal’in yüceliğini ve kurtarıcılığını anlatan bir mektup yazdırılır. M. Kemal de cevabî mektubunda Amerikalıları taltif eden cümleler kullanır: “Amerikanın zeki ve çalışkan çocuklarına yeganem tavsiyem: Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla bakmayıp kanıtlarını mutlaka ilmî ve esaslı tetkikat etsinler. (...) Arzunuz veçhile bir adet fotoğrafımı gönderiyorum.”                     

Yeri gelmişken bir çelişkiyi nakledelim. 26 Kasım 1920’de Samsun limanına gelen Amerikan Gemisi’nin komutanı, Vali Ethem Bey’e İstanbul’daki Abd Komiseri Amiral Bristol’un teklifi gereğince “Samsun’da resmî sıfatla görev yapmasına müsaade verilebilir mi?” diye sorduğunda “hayır” cevabı alır. Fakat Lozan arifesinde, “İstiklâlimiz tamdır” diyen Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal ve kadrosu daha önce reddettikleri Bristol aracılığıyla Amerikan yardım ve dostluğuna müracaat ederler.

22 Ocak 1921’de Ankara Hükümeti bir Amerikan gemisinin Samsun’da sürekli kalması karşılığında Abd silah şirketlerinden silah ve cephane için fiyat ister. 2 Ocak 1922’de Abd temsilcisi, “Ankara Hükümeti Amerikan işadamlarına ve sermayesine karşı tutumu nedir?” başlığında bir teklif listesi sunar. Kabul edilen maddeler şu başlıklarda toplanabilir:

Amerikan işadamlarına kolaylık gösterileceği, Mersin’e liman yapılması, Çukurova’nın sulanması, Bayburt ve Zonguldak elektrik santralleri projelerinin Amerikan işadamlarınca incelenebileceği, ileride demiryolları ve madenlerle ilgili konular da görüşülebileceği, Türkiye’nin bağımsızlığına karışmamak şartıyla ekonomik ve ticarî münasebetler geliştirilebileceği vb. hususlar.

M. Kemal’in1923 İzmir İktisat Kongresi’nde Amerikan milletine hitaben yaptığı “Türk halkına kalbinizi açık tutun” girizgâhlı konuşması ilk Amerikan dostluğunun belgesidir. Atatürkçüler, yâni Chp’liler, 1923 öncesi ve sonrasında Amerika ile münasebetlerinin olmadığını iddia ediyor, dahası yalan söylüyor ve Kemalist resmî tarihi esas alarak çarpıtıyorlar. Birçok konuda yapıldığı üzere “M. Kemal’in Amerika’ya 1. golü ve 2. golü” şeklinde bütünün içinden parça sözleri alıp Amerika ile ilgili söylenen sözlerin anlamını değiştiriyorlar.

M. KEMAL’İN AB CHESTER ANLAŞMASINI İMZALAMASI

Meselâ, M. Kemal 1919’da arkadaşlarınca teklif edilen manda fikrini reddederken iç bağımsızlık ile misyonerlerin yetki ve konumu açısından karşı çıkar. Ancak Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi Kongrede kabul edildiği halde Atatürkçüler M. Kemal’in Wilson Prensipleriyle ilgili sözlerini sanki Merih gezegeninde söylemişçesine yok sayar ve Kemalizm’in Amerika ile hiç münasebeti olmamış gibi gerçekleri gizlerler. Bunu da M. Kemal’in Amerika’ya ilk golü diye tavsif ederek övünürler.

Chp’li, yâni Kemalistler resmî tarih tezine dayanarak 1923’de imzalanan Chester İmtiyazı Anlaşması’ndan M. Kemal’in haberinin olmadığını, Bakan Refet Bele’nin gizlice imzaladığını, M. Kemal’in ise buna çok kızdığını ve Meclis’te iptal ettirdiğini, bu hadisenin de M. Kemal’in “Amerika’ya ikinci golü” olduğunu iddia ederler.

Oysa M. Kemal’in haberi vardı. Çünkü Amerikalıların Lozan Anlaşması’na imza atacaklarını hesaba katarak Chester Anlaşması imzalanmıştı. Çok kısa bir süre sonra Lozan’daki Musul-Kerkük meselesinde Amerika bazı maddelere itiraz ederek imza koymadığı için Chester İmtiyazı Anlaşması iptal edilir. Ancak bu geçici bir durumdur. Zihniyet olarak bir karşı çıkış asla söz konusu değildir.

M. KEMAL: “BİZ AMERİKALILARI TÜRKİYE’DE GÖRMEK İSTİYORUZ”

Temmuz 1923’de M. Kemal’in “The Saturday Evening Post” dergisinin temsilcisine verdiği mülâkat resmî Amerikancılığın milâdıdır:

“Biz Amerikalıları Türkiye’de görmek istiyoruz. Çünkü özlemlerimizi en iyi onlar anlayabilirler. İktisadî sahada Türkiye ile Birleşik Devletler her iki taraf için de en büyük fayda sağlayacak şekilde birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli millî kaynaklarımızın Amerikan sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız. Çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı olarak Amerika parası, Avrupa milletlerinin siyasî entrikalardan uzaktır. Amerikan sermayesi yatırılır yatılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz. Amerika’ya olan inanç ve güvenimizin müşahhas bir delilini Chester İmtiyazı’nı vermek suretiyle gösterdik. Gerçekten bu, Amerikan halkına bir teveccühtür.”

Bu anlaşmayla Ankara şehrini Amerikalılar Waşington örneğine göre inşa edeceklerdir. Telefon, maden, petrol, demiryolları, limanlar, oteller, bankalar, bayındırlık ve sulama kanalları gibi birçok yatırımın Amerikan sermayesine verilmesine söz verilmiştir. Fakat Lozan’da Musul-Kerkük meselesi çözüme kavuşturulmayınca Abd ile münasebetler 1930’lı yılların başlarına kadar dondurulmuş olur.

Sözde “Tam bağımsızlıkçı” olduklarını iddia eden dogmatik Atatürkçülere, yâni Chp’lilere tuhaf gelecek ama Millî Mücadele’de yetim kalan Anadolu çocuklarına yardım toplamak için Himaye-i Eftal Cemiyeti’nden Doktor Fuat Mehmet Umay Abd’ye gider. Türkiye ‘den daha önce çalışmaya giden mülteci Türk ve Kürt insanlarımızın yardımları talep edilir. Amerikan vatandaşlarının da yardımıyla o döneme göre büyük bir meblağ olan yüz bin doların üstünde para toplanır.

28 Kasım 1927’de Ermeni Diyasporası Amerika’da tesirli olmuş ve “Amerikan-Türk dostluğunda” kısa bir süre tereddüt yaşanır. Fakat Türkiye Heyeti’nin yoğun çabasıyla Abd ile uzlaşma sağlanır, hattâ Ankara’ya gelen Abd’li uzman Joseph C. Grew Çankaya’da “son derece sıcak bir alaka ile” karşılanır. Grew, Türkiye’ye Amerikalıları sevdirmek için çok gayret içindedir. Harf inkılâbı yapıldığında Latin Türkçe’sini ilk Abd Elçiliği kullanır ve M. Kemal’in şahsında hükümeti tebrik eder.

M. Kemal’in “Tek Adam” olarak gücüne güç kattığı 1931’de Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu başkanlığında bir heyetin Amerikan sermaye piyasasından kredi talebinde bulunmak için Abd’ye gittiği malûmdur. Sözde tam bağımsızlıkçı Kemalist Altı Ok’çu Cumhuriyetçiler Amerika’yla iyice ahbap-çavuş olmaya başlamışlardı.

M. KEMAL’İN ABD GENEL KURMAY BAŞKANINI KARŞILAMASI

1931 Temmuz’unda Amerikalı iki pilotun deneme uçuşu yapmak üzere Türkiye’yi tercih etmesi, uçakla hiç durmaksızın Yeşilköy Havaalanına inmesi, büyük coşkuyla karşılanması, Abd Türkiye elçisinin M. Kemal’e yazdığı mektubun takdim edilmesi ve M. Kemal’in Abd’li iki pilotu Yalova Köşkü’nde kabul etmesi, Amerikancılığın resmîleşmesinin belgelerinden sadece birkaçıdır.

25 Eylül 1932’de Abd’nin Genel Kurmay Başkanı General Dougslus Mac Arthur Türkiye’ye gelir ve M. Kemal’le görüşür. İstiklâl Savaşı’nda İzmir’deki bir Amerikan şirketinin uğradığı zararı, sözde “Tam bağımsızlıkçı” Kemalist Chp’li hükümet taksitle ödemeyi kabul eder ve suçluların iadesi kararını da tasdik ederek suçlu bir Amerikalı bankacıyı iade eder.

M. KEMAL, ABD BAŞKANI ROOSVELT’LE MEKTUPLAŞIYOR

M. Kemal’in 1933’de Abd Başkanı Roosvelt’le mektuplaşma yoluyla sıcak temaslar kurması, Chp’li Kemalistlerin Amerikan rotasında hızla ilerlemesinin bir başka delilidir. Bu münasebetler 1947’de Truman Doktrini, 1948’de Marshall Yardımlarıyla en üst noktaya ulaşır. 1946’da İnönü Chp’sinin hükümferma olduğu bir dönemde Amerikan Missouri Zırhlısı’nın bizzat Abd Türkiye elçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’yi getirmesi, Amerika’nın Atatürkçü Altı Ok devletiyle doruk noktada yakınlaşmasının jesti olarak kabul edilir.

CHP’Lİ ZEKERİYA SERTEL: “AMERİKA EMPERYALİST DEĞİL, DOST BİR ÜLKEDİR”

Tek partili yıllarda Amerikan devletine yalakalık yapan Chp’li devlet yandaşı gazeteciler de gırla gidiyordu. Devrin ünlü Kemalist gazeteci Zekeriya Sertel, Tan Gazetesinde “Amerika emperyalist değil, dost bir ülkedir” başlığıyla yazılar yazıyordu. Chp’li Tek Parti devrinin son iki yılı olan1949 ve 1950 yılları arası ordunun eğitimden kışla düzenine, kıyafet biçiminden rütbelerin şekline, silah ve teçhizatların yenilenmesi kadar bütünüyle Amerikan askerî sistemine uyarlanmaya başladığı yıllar olduğunu da unutmamak gerek. 

--------------------------------------------------           

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ ŞEHR-İ MARAŞ ŞUBESİ’NDEN ŞİİR ŞÖLENİ

Ey azizan! Bu fakiri “bu haftada bahtiyarım şükür” diye başlıyorsa söze lütfen yadırgamayın. Bahtiyar, kültürümüzde bahtı açık, talihli, işi rast giden, mesut demek. Bu bahtiyarlık maddî ve dünyevî açıdandır. Haddim değil ama, bizim muradımız tasavvufî cihettendir; yâni Allah yolunda bulunmak, mânevî huzur yönünden işi rast gitmek, bahtı açık olmak, gönlü sürur bulmak … Fakirin de gönül dostlarıyla böyle bir günde karşılaşması, işinin rast gitmesi bahtı açıklık, yâni bahtiyarlık değil midir?  Sadede geliyorum.

Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi ve KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu’nun 20 Mayıs 2015 tarihinde birlikte düzenlediği Şiir Şöleni’nde bulunmak bir bahtiyarlıktı fakir için. Şölen öncesi TYB Başkan Yardımcısı KSÜ’nün Kütüphane Müdürü şair Hasan Ejderha misafirlere fikirli çay ikram etti

TYB Şube Başkanı öğretim görevlisi İsmail Göktürk’ün ve TYB sorumlularından KSÜ’de uzman Mehmet Yaşar’ın takdim ve tanıtma konuşmasıyla başladı güzel gün. Salona dahil olduğumda afişte Yunus Emre Hz.lerinin “Sözü pişirip diyenin / İşini sağ ede bir söz…” mısralarını okuyunca daha ilk baştan baş ağrılarım gitmişti.

Ardından KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu Heyeti’nden Ferhat Ağca’yı, Türkiye’de bir başlangıç olacak Müslümanca doktor adayı ve şair İsmail Sağır’ı, derviş lakaplı Ali Yıldırım’ı ve ümmetin has numunesi KSÜ’de okuyan Somalili Mahmut Muhammed Şıh Ali’yi görünce kalbime mânevî olarak şifa geldi, hâl üzere olan bilir ancak.  Güzel dost Hacı Ahmet Eralp yoktu. Unutmadan belirteyim ki Ferhat Ağca “Yoldaki Kalemler” dergisinde “Doğu Beyine” adlı şiiriyle yakıp kavurmuş yine.

Şölende şiir okuyan şairler âşina isimlerdi: Ali Büyükçapar, Ali Haydar Tuğ, Derya Bayton, Fahri Hoşab, Fazlı Bayram, Gün Sazak Göktürk, Hasan Ejderha, Hüseyin Gök, İbrahim Topaldemir, İnci Okumuş, İsmail Göktürk, İsmail Sağır, Dr. Mehmet Akif Şahin, Mehmet Gemci, Mehmet Mortaş, Memduh Atalay, Murat Türkmenoğlu, Nurcihan Kızmaz, Orhan Ercan, Osman Sarı, Ömer Karayılan, Salih Kurtulmuş, Sibel Kök, Şeyhşamil Ejderha, Tayyib Atmaca, Tevfik Karataş, Yasin Mortaş.

K. Maraş Büyükşehir Belediyesi Kültür, Sanat ve Turizm Şube Müdürü Serdar Yakar da şölenin dâvetlileri arasındaydı.

Programı, Allah vergisi hitabıyla sunan Mehmet Yaşar, Ali Akbaş’tan, Abdurrahim Karakoç’tan, Erdem Bayazıt’tan, Cahit Zarifoğlu’dan, Osman Sarı’dan seçme şiirler okudu. Bu arada beklenmeyen bir şey yaptı. Şair Memduh Atalay’ın fakir hakkında yazdığı “Kişilik Tasviri” diyebileceğimiz tarzda bir yazısını okudu ki ne yapacağımı bilemedim. Fakirin meşrebini bir baştan bir başa bedii bir üslupla tasvir ve târif etmiş ki, insanın içini gösteren bir ayna olsa kendini ancak bu kadar yakından görebilir. Yazının anlattıkları bütünüyle doğrudur. Bir mesuliyet yüklemiş âciz şahsıma. Bu mânevî mesuliyetin altından Vnasıl kalkacağımı düşünüyorum. Artık tedbirli davranmam gerek. Dost ve dostlar hakkımdan fazla yük yüklediler. Bu yükü taşımaya çalışacağım.

Şölen sonrası TYB Şube Başkanı İsmail Göktürk misafirlere sohbetli yemek ikramında bulundu. “Taş Gazeli” nin şairi güzel insan Osman Sarı ağabeye, bu şiirini İsmail Göktürk vasıtasıyla sayısız defa vecd ile dinlediğimi söyleyince, bu şiirine ilham olan Anavarza Kalesi’ne taş taşıyan bir taş işçisinin hikâyesini anlattı ki mest oldum. Efsaneye göre, Anavarza Kalesi civârında insanlar yedi sekiz yüzyıl yaşarlarmış. O kadar uzun ömürlülermiş ki, ölüm nedir bilmezlermiş. Anavarza Kalesi yapılırken sırtında getiren taş işçisi karşısına bir kalabalık çıkmış, ellerinin üstünde götürdükleri şeyin ne olduğunu sormuş. “Cenazedir, bir adam oğlunun öldüğünü” söylemişler. Taş işçisi sırtındaki taşı yere bırakarak , “Yaşadım bin beş yüz yaş / Oğlum beş yüz yaş / Yüzü ham traş / Bilseydim dünyada ölüm var / Koymazdım taş üstünde taş” deyip ah çekmiş. 

Hülâsa-i kelâm, sohbetin ve güzel sözün kanına giren modernizmin kol gezdiği günümüzde bahtiyarlığımın sebeplerini anlamış olmanız lâzım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi