Yüksek tepedeki mozoleye defnedilen Altıyedi Süleyman
Meçhulluk serabından meşhurluk ikbaline sür’atle tırmanan Altıyedi Süleyman’ı herkes bilir. Menderes’in siyasî mirasını kontrol etmek isteyen derin güçlerin gizli desteği ve çok yüzlü pragmatist siyasetiyle, en çok da nabza göre şerbet vermesiyle sıradan bir “Su Müdürü” iken, yedi kez başbakan oldu.
Sekizinci kez de 28 Şubat darbecilerinin sâyesinde reisicumhur olduğu içindir ki “Yüksek Tepe’deki Altıyedi Süleyman” nâmıyla da nâm yaptı. “Yüksek Tepe” müptelalığının ilki budur. İkincisini biraz sonra anlatacağım.
“ALTI KERE GİTTİYSEM, YEDİ KERE GELDİM”
Altıyedi Süleyman nâmı kendi sözünden mülhemdir. Bir gazetecinin “Sizi o bulunduğunuz yerden altı defa indirdiler, hâlâ orada nasıl duruyorsunuz?” sorusu üzerine “Altı kere gittiysem, yedi kere geldim…” dediği için o gün bugündür “Altıyedi Süleyman” nâmıyla bilinir oldu.
Muvazaacı, maslahatçı, eyyamcı, pragmatist, oportünist, Çoban Sülo, Nurlu Süleyman, Morrison Süleyman gibi birçok sıfatlara sahip. Hâsılı, çok yönlü bir şahsiyet olup bukalemun meşreblidir. Kısa yoldan mürai Süleyman demek daha münasiptir.
GENERALLERDEN ÇOK KORKARDI
Bazen liberal-demokrattır, bazen milliyetçi… Halkının nezdinde muhafazakâr ve dindar görünmeye çalışırdı. Kemalist bürokratik oligarşiye ve generallere kendini “Çağdaş Atatürkçü” olarak takdim ederdi.
Generallerden çok korkardı. Kanuna aykırı yaptığı bir icraatının veya tâlimatının sebebi sorulduğunda, “Bu işin arkasında generaller var…” derdi. 28 Şubat darbesi sırasında “Yüksek Tepe” de rahat oturabilmek için Atatürkçülüğe sımsıkı bağlı olduğunu söyledi avazı çıktığı kadar.
NURCU SÜLEYMAN’DAN LAİKÇİ SÜLEYMAN’A…
1970’li yıllarda miting meydanları aldatılmış zavallı halkımızın “Nurlu Süleyman!”, “Nurcu Süleyman” sloganlarıyla inlerdi. Şartlar değiştikçe bukalemun gibi renk değiştirme özelliğinden dolayı yeni bir siyasî varlığa dönüşen sahte “Nurlu Süleyman” 28 Şubat denen meş’um dönemde reisicumhurluk etmekten hiç rahatsız olmamıştı. Bilakis darbecilere kılavuzluk yaparak, millete nasihatler eden nutuklar atıyordu. “Başörtüsüyle okumak isteyenler Suudi Arabistan'a gitsin” sözünü unutmak mümkün mü?
“Atatürksüz bir Türkiye olmaz” sözüyle asıl zihniyetini anıtmezarının inşasını kontrole gittiği doğduğu yerde bir daha göstermişti. İyi takip edenler bilir; bütün darbeler için söylediği ifadeler onun asıl yüzünü ve muhafazakâr sağcıların içine sokulmuş bir Truva atı olduğunu gösterir: “Darbelerde kesinlikle ABD’nin bir dahli yoktur. Kontrgerilla, Gladio ve derin devlet, benim bunlarla ilgili bir bilgim yok, Türkiye’de bir devlet vardır.”
“ZÂHİRİNE BAKMAYIN MÜBAREK BİR KİŞİDİR…”
Devrin bazı cemaatlerince “Zâhirine bakmayın, mübarek bir kişidir, İslâm’a hizmet ediyor…” şeklinde tavsif edilirdi. Oysa dindarlığı sahteydi. Başbakan olmanın dayanılmaz cazibesiyle her çâreye başvururdu.
Nurcu olduğunu beyan edenlerin bir kısmı (maksadımız Nurcuları tazyif değildir) kendisini pek tutar ve oy verirlerdi. Hükümet kurma hamlelerinin birinde bu cemaate kabinede bakan vereceğini vadetmişti. Kabine açıklandığında “Bizden bir bakan alacaktınız” diye sorulunca “Ben varım ya…” diye cevap vermişti.
Anlatılana göre çok yalan söylermiş. Yedi kez başbakan, sekizinci kez cumhurbaşkanı olmasını tumturaklı yalancılığına borçluymuş. İhtiyar yaşına rağmen hiç hasta, hatta nezle dahi olmamış.
TEK ŞİKÂYETİ HİÇ SAÇININ OLMAYIŞIYMIŞ
Tek şikâyeti hiç saçının olmayışıymış. Çok üzülürmüş kafasında şöyle dalgalı gür saçlarının olmadığına. “Saçım olaydı da varsın yeşil, mavi, kırmızı olsundu…” diye hayıflanırmış. Allah nasip etmemiş işte. Öyle ki Altıyedi Süleyman şişman, semiz, yuvarlak, ortadan kısa bir bedenin üstünde irice bir kafaya sahip birisiymiş. Bir yazarın ifadesiyle “Yumuşak Ğ” ye benzermiş.
Cumhurreisliğinin bulunduğuYüksek Tepe’deki hususi odasında aynanın karşısına geçerek kendini seyreder, sonra da kel kafasıyla aynaya kafa vurur, hâşâ “Tanrı’ya” isyan ettiği olurmuş. Meraklı entelektüeller, milletin onun peşinden otuz yıldan fazla nasıl gittiğini araştırdıklarında bütün hünerinin şu veciz sözlerinde yattığını fark etmişler:
“Ey nurlu, lezzetli, verimli halkım! Sizlere bir müjdem var. Ne zaman ki benim bu nâçiz kafamda saç çıkacak, bilin ki o vakit bu ülke refah ve felaha erecek. Ben bunu böyle demişsem, doğru demişimdir.”
Kanaat önderlerinin, “Zinhar, kafasında saç çıksa dahi ona inanmayın!” ikazları faydalı oldu. Millet, onun kafasında saç çıkmayacağını anlayınca desteğini çekti.
ALTIYEDİ SÜLEYMAN’IN RECÜLİYETİ YOKTU, MÜNAFIKTI
Bir zamanınlar bu millet onu “Elinde Kur'an, gönlünde iman, nurlu Süleyman geliyor” diye bağrına basmıştı, fakat milleti siyasî münafıklıkla hep aldattı. Milleti kandırdığını en yakın mesai arkadaşları da söylüyor: “Müslüman, imanlı, saf temiz insanları peşinde sürüklemiş, sonra onlara en büyük ihaneti yapmıştır. İki defa şapkasını alıp gitmiş üçüncüsünde kafasına çavuş şapkası takarak militaristlerin bastonu olmuştur.”
ÖMRÜ KURTLA ÇOBAN ARASINDA MÜNAFIKÇA MESAİ YAPMAKLA GEÇTİ
“Kurtla bir olup kuzuyu yedikten sonra çobanla oturup kuzuya ağlayan” bir münafık, bir fâsıktı. 28 Şubat Darbesi’nde kurtlarla bir olup kuzuyu yediği anlaşıldı ve cibiliyeti ortaya çıktı. 28 Şubat’ın kurtlaşan generallerine gülücük dağıttı, zulümlerine yataklık etti ve mazlum milletin değerlerinin çiğnenmesine ortak oldu. Ömrü kurtla çoban arasında münafıkça mesai yapmak ve sonra milletle oturup yalandan ağlamakla geçti.
ALTIYEDİ SÜLEYMAN’IN MASON OLDUĞUNU UNUTANLAR GAFLETTEDİR
Ankara Ünite Büyük Locası’na 23 Aralık 1954’te “Tasvipnâme” verir. Tahkikat yapıldıktan sonra 15 Aralık 1956’da Masonluğa kabul edilir. 27 Mart 1957’de “Refik” derecesine terfi eder. Umum Su Müdürü olunca Loca müdavimliğini aksatır. Fakat istifası istenmez ve kaydı silinmez. Tâ ki 1964’de ABD ve Türkiye’deki hempaları milleti kontrol edebilmek için ABD sertifkalı Morrison şirketinin temsilciliğini yapan mason Süleyman’ın mason olmadığına dair muvazaa gereğince bir belge yayınlamasına kadar…
Masonluğu onu “27 Mayıs 1960 darbecilerinden korumuştur. Darbe sırasında Menderes’in Su İşleri Umum Müdürü ve aynı zamanda asker kaçağı olan Altıyedi Süleyman darbeciler tarafından tutuklanıp Doğu vilayetlerinden birine askere gönderilecekken, Mason locasının askerî ve sivil dostları onu kurtarırlar. Amma ki niçin kurtarırlar? Ankara Ordonat Okulu’nda yedek subay olarak askerliğini kolayca yapması sağlanır. Darbecilerin Millî Birlik Komitesi üyesi Orhan Kabibay’ı dinleyelim:
“Toplantı çıkışında Cemal Gürsel Paşa beni yanına çağırarak, Süleyman’ı… askerlik meselesinden dolayı tutuklatmamamı ve bu şahsın her gün evine gelip gidebilecek şekilde Ankara garnizonlarından birisine sevkini yapmamı istedi. Bir an için çok şaşırmıştım... Hemen dosyasını istettim. Açtırdığım geniş kapsamlı tahkikat neticesinde Ankara Bilgi Locası’na kayıtlı refik (kalfa) seviyesinde bir mason olduğunu öğrenince, fazlasıyla şaşırdım.”
Bu derin bağdan dolayıdır ki, siyasî mirasına konduğu Menderes’i idam ettiren darbecilerin lideri Cemal Gürsel’i vefat ettiğinde sektirmeden, Bakanlar Kurulu’na aldırdığı sürpriz bir kararla Anıtkabir’e defnettirir. Lions Kulübü’nün 1963’de Cemal Gürsel’in cunta idaresi sırasında açılıp yayıldığını da hatırlatalım.
Devrin gazetecilerinden Cihad Baban “Politika Galerisi” kitabında yazdığına göre Cemal Gürsel’e Süleyman hakkında soru sorulmuş: “Siz kendisini yakından tanır mısınız?” Cevabı hayli kafa karıştırıcıdır. “Burada boş oturuyor değilim ya... Amerika'da tahsil etmiş. Laik, lisan bilir bir insan AP'nin başına geçerse, artık memleket kurtulur. Süleyman…’ın Atatürkçülüğünden hiç şüphe etmiyorum. Adalet Partisi’nin başına geçebilirse bütün dertleri hallederiz. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez. Benim gözüm de arkada kalmaz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum. Bir muvaffak olursam rahat edeceğim.”
MUHAFAZAKÂRLARIN İÇİNE SOKULAN BİR TRUVA ATIYDI
Altıyedi Süleyman, Kasım 1964'te muhafazakârların adayı Sadettin Bilgiç'in tabii gücüne rağmen, Mason ve sermaye güçleri tarafından bir anda AP’nin genel başkanı seçtiriliyor. Darbeciler buna çok seviniyor. Menderes’i partisine darbe yapıp asanlar, bu partinin devamı olan AP’yi yönetecek olanları kontrol altında tutma kararını çoktan almışlardı. Darbeciler için bir varlık ve güven meselesiydi bu.
“Saf çocuğu masum Anadolu’nun” bu durum karşısında aklı karışmıştı, fakat yapacağı bir şey yoktu. Darbeciler, Altıyedi Süleyman gibi Truva atı rolünde olanlar eliyle devirip astıklarının yerine bir başkasına çıkarıyorlardı.
“SARI KAMALOV’UN ANITMEZAR’INDAN SONRA EN BÜYÜĞÜ BENİM MEZARIM OLMALI”
Durup dururken Altıyedi Süleyman’ı niye anlattım? Onun, “Yüksek Tepe” müptelalığının ikincisinden bahsedeceğimi söylemiştim. Doksan yaşını devirip musalla taşına gelen Altıyedi Süleyman’ın bu iptilâsı aynen Firavunlar gibi depreşmiş olacak ki daha ölmeden yüksek bir tepeye devasa bir anıtmezar yaptırmaya başlamıştı. Mimarları ve ustaları toplayıp, “Sarı Kamalov’un anıtmezarından sonra en büyük mezar benim mezarım olmalı…” deyip, esip gürlemişti.
Doğduğu köyün ovasına hâkim yüksek bir tepedeki elli sekiz bin metrekarelik bir arazi üzerine yapılacak olan anıtmezarın çevresinde dokuzuncu reisicumhur olmasını sembolize eden dokuz gölet varmış. Yedi kez başbakan olması dolayısıyla da anıtmezarın üstüne yedi kubbe yapılmış. Kendisinin görmesine nasip olmayacakmış ama, mezarın etrafına dünyanın dört bir yanından getirilen farklı türde ağaçlar dikilerek adına “Dünya Ormanı” denilen bir orman oluşturulacakmış.
“ADIMI TAŞIYACAK OLAN ANITMEZAR BU ÜLKEYE YAPILABİLECEK EN BÜYÜK İYİLİKTİR”
Anıtmezar, doğduğu köye yakın bir noktaya yaptırılan “Altıyedi Süleyman Demokrasi ve Kalkınma Müzesi Külliyesi’ni de kuş bakışı görüyormuş. Gazetecilere ve sabık siyasî yandaşlarına “Bu benim özlemim” diyerek anıtmezarının projesini kasılarak anlatırmış:
“Kendime yaptırdığım anıtmezar projesi dünyada bir numunedir. Mezarımın çevresine dikilmeye başlayan çamlar dünyanın en şanslı çamlarıdır. Adımı taşıyacak olan anıtmezar bu ülkenin topraklarına yapılabilecek en büyük iyiliktir…”
ALTIYEDİ SÜLEYMAN FİRAVUN VE PAGANLARA ÖZENİYOR
Altıyedi Süleyman’ın ölmeden önce kendine böylesine bir anıtmezar yaptırması şirktir ve tağutî bir davranıştır. Sarı Kamalov gibi pagan geleneğine göre gömülmek arzusunun altında kendini putlaştırma gayesi taşıdığı belli. Malûmdur ki anıtmezar paganist Roma ve eski Yunan anlayışının bir tezahürüdür.
Anıt mezar veya diğer adıyla mozole eski pagan topluluklarca yüksek tepeye yapılan, tağutî anlayışla ilahilik atfedilen ve sütunlar üstüne yükselen büyük mezarlıklardır. Roma’daki “Hadrianus’un, Berlin’deki 3. Wilhelm’in, Moskova’daki Lenin’in ve diyar-ı Rum’daki Sarı Kamalov’un anıtmezarları bu mânadadır. Frigyalılardan Lidyalılara kadar uzanır. Yapıldıkları döneme, tepenin ve mezar odasının biçimine ve ölünün gömülüş şekline göre değişen çeşitleri vardır.
ANITMEZARININ ÖZEL ODASINDA FÖTR ŞAPKASI SERGİLENECEKMİŞ
Malûmdur ki lâ-dinî ve pagan geleneğe göre defnedilen olan beşerin anıtmezarına şahsî eşyaları konulur. Altıyedi Süleyman’ın anıtmezarının yanında elinde fötr şapkasının olduğu heykeli bulunuyor. Pagan tarzı mezarındaki odaların birinde kendisiyle aynileşen ve “kimseye kaptırmam” dediği meşhur fötr şapkası, bir başka odada doğduğunda yatırılıp büyütüldüğü beşiği, onun yanındaki odada hakkında yazı yazılan gazeteler, kitaplar, bir diğer odada da kendini resmeden yağlı boya tablolar, büstleri ve Firavunlar gibi şahsî eşyaları sergilenecekmiş.
Mezarının iç duvarlarına da “Yollar yürümekle aşınmaz”, “Dün dündür bugün bugündür”, “Şapkamı koysam seçilirim” gibi meşhur sözleri altın yaldızlı hurufatlarla yazılmış.
ALTIYEDİ SÜLEYMAN’I NASIL BİLİRSİNİZ DİYE SORULUNCA NE DEDİNİZ?
Nüfus cüzdanında “Dini: İslâm” yazan bir beşerin pagan sembollerle dolu bir mezara defnedilmesi doğru mudur? Tövbe kapısı kapanmaz ama, bir insan-ı kâmilin dizi dibinde tövbe ettiğine dair bir ikrarı yok. Bu milletin âhı tövbeyle de dinmez. Hataları için milletten özür dilemeden gidiyor öte tarafa. Doğrusunu elbet Allah bilir.
Demem şu ki: Musalla taşına getirildiğinde “Altıyedi Süleyman’ı nasıl bilirsiniz?” diye sorulunca ne diyeceğinizi düşündünüz müydü? Söylediğinizden mes’ulsünüz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.