Gazeteci şapkası değil, tehdit şapkası
Medyanın en büyüğü, hatta ‘en tekeli’ olan Aydın Doğan, Başbakan Erdoğan’a bir mektup yazmış.
Kaç zamandır sağda-solda konuşuluyordu da, gerçekliğine ihtimal vermiyorduk.
Yazmış...
Hem de açık bir dille, taleplerini sıralayarak...
Şapkalarından söz etmiş.
İki adet şapkası bulunduğunu hatırlatmış.
Mektubu da ‘işadamı şapkası’yla yazmış. Bir işadamının siyasi iktidardan ne beklentileri olabilecekse (muhtemeldir ki) onları sıralamış.
İşverenler rasyonel insanlardır.
Siyasi iktidarlarla hep rasyonel ilişkiler kurarlar. Rasyonel (ve olabilecek) taleplerde bulunurlar. Bunlar, genellikle, ‘piyasa gerçekliği’yle örtüşen taleplerdir.
Dolayısıyla, bir ‘işveren’ olarak Aydın Doğan’la, işveren olduğu kuşku götürmez Ömer Sabancı arasında bir fark bulunmamaktadır.
İşverenler, taleplerini, daha ziyade, örgütleri aracılığıyla dile getirirler. TÜSİAD, mesela, bu amaca dönük olarak kurulmuş ve örgütlenmiştir. Dolayısıyla, bir işveren olarak Aydın Doğan’ın, taleplerini, bağlı bulunduğu kurum aracılığıyla dile getirmesi (ve iletmesi) beklenmelidir.
Hayır, Aydın Doğan öyle yapmıyor.
Başbakan’la ‘doğrudan’ temasa geçiyor... Piyasa gerçekliğiyle örtüşmesi gereken talepleri kişiselleştiriyor, kendini ayrıcalıklı bir konuma yerleştiriyor, dahası ‘imtiyaz’ istiyor.
Hadi bunu yapsın...
Kim böyle yapmıyor ki?
Bu gözler, Başbakan’a yakın olmak, Başbakan’la birebir görüşmek için kırk takla atan ne işverenler gördü.
Fakat Aydın Bey bir adım daha atıyor.
İkinci bir şapkası bulunduğunu hatırlatıyor.
Bu şapka ‘gazeteci şapkası’ymış...
Demek istiyor ki, ‘Elimin altında gazete ve televizyonlarım var... Nasıl ki 1997 yılında ordunun baskısı sonucu istifaya zorlanan İslamcı koalisyon hükümetine karşı benim medya organlarım savaş verdi, bu savaşın bir benzerini senin hükümetine karşı da başlatırım...’
Bu savaşın ‘işaret fişekleri’ olan yolsuzluk haberlerini kaç gündür okuyup duruyoruz.
Elbette bir gazeteci, önüne gelen yolsuzluk dosyasını değerlendirir.
Fakat, Aydın Doğan’ın müesseseleri ve gazetecileri, ellerine geçen dosyayı değerlendirmeye tabi tutmadan önce, ‘bekletmeyi’ tercih ediyor.
Deniz Feneri dosyası tam bir yıl bekletildi.
Sonra servise konuldu.
Bir şey daha oldu.
Ki, bu ‘şey’ hep oluyor.
Önce, Deniz Feneri Derneği dosyasıyla ‘Başbakanlık’ arasında irtibat kuruldu. İrtibat dayanaksız çıkınca da özür dileme yoluna gidildi.
Milliyet gazetesinin özrünü hatırlayacaksınız.
Bu özrün mürekkebi kurumadan, bir özür de Radikal gazetesinden geldi.
Bu gazetenin genel yayın yönetmeni, düpedüz, ‘Yalan yazdık. İddiaları abarttık. Bir daha yapmayacağız... Bir daha yaparsak ağzımıza biber sürün...’ demeye getiren bir yazı yazdı.
Demek ki, Aydın Doğan’ın ikinci şapkası ‘tehdit şapkası’ymış ve konunun ‘basın özgürlüğü’yle, ‘halkın haber alma hakkı’yla ilgisi yokmuş.
Halkın haber alma hakkına saygıları olsaydı, gazetelerinde ‘Hilton olayı’nın serencamını, POAŞ’ın hangi kamu kaynakları kullanılarak Çalık’landığını, pardon ‘özelleştirildiğini’ de okurduk.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.