Yusuf misali
Yusuf sonunda kardeşlerine kavuştu. Kendini kuyuya atan kardeşlerini de affetti.. Peygambetimiz, Mekke’nin fethinden hemen sonra Kâbe’nin duvarından tutunarak o ilk hutbesini okurken şöyle diyordu: Kardeşim Yusuf’un kardeşlerine söylediği gibi söylüyorum, affettim..
Affedenler affedilecekler..
Hazreti Hamza’yı katleden, kalbini çıkartıp dişi ile ısıran, kulağını ve burnunu kesip boynuna kolye gibi takıp danseden de affedildi..
Yoksa sizin asla affedemeyeceğiniz biri var mı ve onlar, bu olanlardan daha kötü bir şey mi yaptılar. Peygamberimiz Taif’de ayağına taş atıp, yoluna diken dökenleri de affetmişti.
Şeytan Hz. İbrahim’den, Haacer annemizden, Hz. İsmail’den, senden, benden, yani bizlerden vazgeçmiyor. Sahi biz birbirimizden ne kadar çabuk vazgeçiyoruz..
Bana kalırsa bizim boşa geçirecek bir saniye zamanımız, boşa harcayacak bir kuruş paramız ve gözden çıkartacağımız tek bir arkadaşımız olmamalı.
Yapılan yanlışları hoşgörmekten söz etmiyorum. Eleştirirken bile geri kazanma umudumuzu korumaktan buna yönelik bir uslub oluşturmaktan söz ediyorum..
Şunu aklımızdan çıkarmayalım. Suçluların da hakları var, bu bir. İki, suçsuzlar da bir gün suçlu olabileceği gibi, suçlular da suçlarından pişmanlık duyup geri dönüp, iyi bir insan olabilirler..
Allah şöyle buyuruyor: Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.. Ölçülü ve dengeli olmak zorundayız. Suç ile ceza arasında bir denge olmalı. Dedikodu, iftira yalandan, kişilerin zevali şahsiyesi ile ilgili ayıplarını araştırmaktan kaçınmamız ve insanları, zaaf ve suçları ile damgalamaktan sakınmamız gerek. Geri dönüş yolları, kapıları asla kapanmamalı.
Birileri Erdoğan’ı harcamak istiyor.. Adamların öfkeleri ağızlarından taşıyor.. Birileri Davudoğlu’nu, birileri ellerinden gelse Hakan Fidan’ı bir kaşık suda boğacak. Birileri Gül’den kurtulmak istiyor sanki, birileri Arınç’tan... Ne kopartsalar sanki kâr sayacaklar.. Tabii ki bizim de bu tür istismara açık kapı bırakmamamız, bu tip istismarcılara fırsat vermememiz gerekiyor.
Her zaman söylüyorum, bizim birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok, birlikte kazanacak tek zaferimiz var. Kendi kardeşlerimizi dışlayarak, onlara karşı yabancılarla ittifaklar kurmak bize yakışmaz. Kimse kendi düşüncesini mutlaklaştırmamalı. Farklı düşünsek de farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada bulunmayı içimize sindirmemiz gerekiyor.
Rekabet içinde işbirliği ve ortaklık kültürü konusunda ciddi sorunlarımız olduğu açık bir gerçek.
Bizim mevcudu korumak değil, bizim dışımızdakileri kazanmaya ihtiyacımız var.. “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler” diyen anlayışın manevi mirasına sahip çıkmak zorundayız.
“Yanlışları görmeyelim” demiyorum.. Yanlışların üstünü örtmeyelim, yanlışı hoş da görmeyelim.. Hatta hesap da soralım. Ama her şart altında geri kazanma umudumuzu canlı tutalım diyorum. Ona göre bir dil kullanalım. Kuşkusuz her şeye rağmen hatasını savunanlara, kalpleri mühürlenmiş, belhum adal olmada kararlı kişilere ve münafıklara da söyleyecek fazla bir söz yok. Onlar için de yaşasın cehennem. Biraz sabırlı olmak gerekiyor. Öfkemizi yutmayı öğrenmemiz gerekiyor. Merhametli olmamız gerekiyor.. Küslük bize yakışmaz.. İnat da öyle. Gerekirse özür dilemeyi de bilmemiz gerekiyor..
Biz birbirimize şahid tutulacağız. Birbirimize her anlamda muhtacız.. Birbirimizin duasına muhtacız. Belki öncelikle ille de kendimizi anlatma yerine karşımızdakini dinlesek, daha doğrusu tearüf edebilsek, birbirimizin korku ve umudunu ciddiye alabilsek sanırım daha kolay anlaşırız.
Mevlana’nın dediği gibi olabilir mi? “İster kafir, Mecusi, putperest olsan yine gel / Bu dergah ümitsizler dergahı değildir / Bin kere kırmış olsan tevbeni yine gel.” Tabii aynı delikten iki kere ısırılmamak, aynı çukura tekrar düşmemek, huylunun huyundan kolay kolay vazgeçmeyeceğini bilerek. Onun için atalarımız, “huy canın altındadır” demişlerdir. Selâm ve dua ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.