Ehlisünnet Hassasiyeti Üzerine
Sosyal medyaya intibak edemedim. Bu vadide ne becerim ne de hevesim var. Bununla birlikte bu medya veya alan günümüzün ve hayatın bir gerçeği. Bununla birlikte hayatımızın ve faaliyetlerimizin murakabe altında olması şart. Biz murakabe etmesek bile yüce yaratıcı bizi her an murakabe altında tutuyor. Ve bu yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağız. Özellikle de kamu hizmeti ifa eden kesimlerin denetim altında olmaları şart. Murakabenin iki ayağı var. Bunlardan birisi otokontrol diğeri ise başkalarının kontrolü. Yani ya insan ve kurumlar kendi kendini kontrol edecek, haddini bilecek ya da başkaları tarafından kontrol edilecek. Aksi takdirde insanın yanlış yapmaması ve azmaması mümkün değil. İslam’ın altıncı şartının haddini bilmek olduğu söylenir. ‘Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep, dediler ilim geride, illa edep illa edep’ ifadesi gibi ‘tuba limen arefe haddehu ve vakafe indehu/ haddini bilip de, sınırında durana aşk olsun’ denilmiştir. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak aslında murakabeleşmektir. Bunun resmi boyutuna ise hisbe diyoruz. Günümüzde kabından çıkmış ve kayıttan azade bir özgürlükten bahsediyorlar lakin özgürlüğü hak edişten hiç bahsetmiyorlar. İslami camia da son dönemlerde devşirme, başkalarından edinme, ödünç kavramlarla konuşuyor. Kendisini öyle ifade ediyor. Esasında buradan Ahsen Tv adını alan ehlisünnet Tv modeline veya deneyimine gelmek istiyorum. Lisans alamadıkları için ismini Ahsen Tv’ye çevirmişler. Ama geçmişe dönük yayınlarından anladığım kadarıyla iki mahzurlu iş yapıyorlar. Nişantaşı’nda olduğu gibi insanları yok yere tahrik ediyorlar. İkincisi din ve dünya hususunda; ulu orta tartışılmaması gereken hususları tartışıyorlar. Dertleri gündeme gelmekse bunu fazlasıyla beceriyorlar.
Ehlisünnete bağlı olmak güzel bir şey. Lakin bu unvanı ulu orta kullanmak temsil kabiliyetinin ötesinde liyakat, yetenek ve onun ötesinde tevazu ister. İslam’ın kimsenin temsilciliğine ihtiyacı yoktur. Bununla birlikte Müslümanlar güzel ahlakla bezeli bir biçimde pratik olarak İslamı temsil ederlerse İslam hakkında insanlara güzel bir ayna tutmuş olurlar. Lakin yine de kemal ile İslam’ı temsil etmek kabil değildir. Ehl-i Sünnet meselesi de öyledir. Dava ve iddia düzeyinde olmadan ehlisünnete bağlı kalmak elbette matlup bir durumdur. Fakat Mücahit Cihad Han gibi tumturaklı isimler taşıyan eski mensuplarının faaliyetlerine baktığınızda ulu orta insanlarla sokakta yüz kızartıcı meseleleri tartıştığını görüyoruz. Bu bana bir yaz ortasında Sakarya/Karasu hattında sarıklı ve sakallı yaşlı bir amcanın plaja giderek kadınlı erkekli ortamda insanlara tebliğde bulunmasını hatırlattı. Buna, tebliğ yaparken tebliğe muhtaç hale gelmek denilir. Bunu yapanların iyi niyetten yoksun olduğunu söylemek zor. Lakin feraset ve altyapı sorunları var. Cahil cesur olur misali, kendilerine çok güvendikleri ve tevazudan yoksun oldukları söylenebilir. Bu insana, bir bayan yazarımızın doksanlı yıllarda haddini aşarak İslam’ı anlatmak için kendi sıkletinin çok üzerinde solcu veya laik kesimin temsilcileriyle boy ölçüşmesini hatırlatıyor. İnsanları din üzerinden eğlendirmek belki de dine yapılabilecek en büyük kötülük. Dini alay konusu yapmak ve hafife aldırmak kendini bilen Müslümanın yapacağı iş değildir. En hafifiyle yakışıksız bir durum.
Zaman zaman ehlisünnet meselesi ulu orta afişe ediliyor, kullanılıyor. Bir zamanlar Almanya’da faaliyet gösteren ve ‘Türkçesi’ gibi serlevhalar veya başlıklar altında yazı yazan Ahmet Selami bunlardan birisiydi. Almanya’nın yol geçen hanı olduğu günlerde İslam adına herkes ahkam kesiyor, piyasa yapmaya çalışıyordu. Ahmet Selami de ehlisünnet tellallığı ile temayüz etmişti, tavuk ve et kesimlerinin ehlisünnet tarzını esas aldığını söylüyordu. Bu malumu ilam etmektir. Halbuki, tavuk veya hayvanların İslami usullerle kesildiğini söylemek kafi bir durum. Meseleyi bir de ehlisünnete sokmak zorlama bir tutum. Elbette kesim yaparken ehlisünnet dairesinde ameli mezhepler dikkate alınmaktadır. Bu bedihi yani açık bir durumdur. İlanı gerektirmez. O zat aynı zamanda Akaidi Hayriye gibi kitapları terviç ederdi. Ehl-i Sünnet bilgisi de bu kadarla sınırlı idi. Bu hassasiyeti üzerinden zamanla bir kesim çiftliği kurmuş ve duyumlara göre ardından kapalı ve komün tarzı bir hayata geçmiştir. ABD’deki David Koresh liderliğindeki Davidian Tarikatı gibi kültlere tam benzemese de kendisine has kapalı bir yapı kurmuştur.
Vaktiyle İstanbul’un Akfırat semtinde da Yaşar Hoca adıyla anılan şahsın etrafında böyle bir kümelenme veya kapalı yapının oluştuğuna dair rivayetler gazete haberlerine aksetmişti. Elbette ehlisünnet tv ile onlar arasında bir bağlantı yok. Lakin ehlisünnet ismini ulu orta kullanmak ve ulu orta yayınlara alet etmek kimsenin de haddi de harcı da değildir. İslami camiada bu hususlarda gerekli hassasiyetini göstermemektedir. Ya kendi kendimizi denetleyelim ya da olmuyorsa birileri tarafından denetleneceğiz. Ya da başkalarına fitne aracı olacağız ve hesabını ötede ağır bir içimde vereceğiz. Sonuçta acili ecile tercih eden yani borç yiyen, kesesinden yer. Hakta birbirimizin kollayıcısı olalım. Bu birbirimiz hakkında tecessüs edelim, günahlarımızı açalım, birbirimizi gözetleyelim demek değildir. Lakin cehri yapılan yanlışlara da dur demeliyiz. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkartmak işten bile değil. İnsanları tahriklerle İslam adına küfre ve günaha sokmanın bir alemi yok. Sözü ve değerleri ayağa düşürmek işimiz olmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.