Tashih-i Lozan
Son “barış süreci” gibi bir zamanlar Lozan’a da gözü kapalı “mükemmel” dedik...
İngilizler Lozan için “savaşa son veren barış” dediler... Halbuki “barışa son veren barış”tan başka bir şey değildi! Lozan sonrası başlayan savaş hâlâ sürüyor. Lozan’dan sonra Ortadoğu’da gerçek “devlet”in yerine sahte/sentetik devletçikler türetildi. Türkiye bile gerçekliğinden koparılarak devlet yapısını sürdürdü.
Çok övülen Lozan Anlaşması’nın kabul müzakerlerinde dahi gerçekçi eleştirilere muhatap olduğu pek bilinmez. Lozan Andlaşması’nın Meclis’te tasdiki görüşmelerinde her şeye rağmen karşı görüşlerini ortaya koyanlar, doğru bildiklerini açıkça savunanlar olmuştur. Bunlar içinde Mersin Milletvekili Niyazi (Ramazanoğlu) Bey’in konuşması bilhassa dikkate değerdir. TBMM’de Hariciye Encümeni Reisi Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’in andlaşmanın tasdiki yönündeki konuşmasından sonra ilk sözü Mersin Meb’usu Niyazi Bey alır.
Niyazi Bey, Adana-İçel bölgesinde hüküm süren Ramazanoğlu hanedanından gelen, Mülkiye ve Hukuk mekteplerinde okumuş, araştırmacı bir şahsiyettir. Fransızca olarak yayınlanan Adana Vilayeti ile ilgili kitabı, hem Fransızlarla Ankara İtilafnamesi’nin hazırlanmasında yararlanılan, hem de Lozan Konferansı sırasında bütün yabancı delegelere dağıtılan önemli bir eserdir. Niyazi Bey, konuşmasında ağırlıklı olarak İskenderun, Antakya ve havalisi ile ilgili meseleleri ayrıntılı şekilde ele almakla beraber, andlaşmanın esası üzerine de ciddi tespitlerde bulunmaktadır. Ona göre, bu andlaşma millî emellerimizi tamamen tatmin etmemekte, millî sınırlar dahilinde devlete tam bağımsızlık vermemektedir.
Bu andlaşma ile tarihî haklarımız bulunan Mısır ve Sudan’dan, Kıbrıs’tan, Adalardan, Trablusgarp’dan (Libya’dan) ve bütün diğer bölgelerdeki hukukumuzdan ve unvanlarımızdan feragat ettiğimizi, böylece Dünya savaşı mağlubiyetinden ötürü cezalandırılmak istendiğimizi belirtmiştir. Lozan sözleşmesi şanlı büyük bir imparatorluğun hesabının tasfiyesini kapsamaktadır. Niyazi Bey, ABD dahil batı devletlerinin, milletlerin kendi mukadderatına hâkim olacağı prensibini savunduklarını, fakat Osmanlı toprakları üzerinde bunun uygulanmasına, bizim de tasvibimizle, imkân verilmediğinin altını çizer. Halbuki, İsmet Paşa Lozan Konferansı’nın ilk döneminde, 23 Ocak1923 tarihli celsede, «Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun her hangi bir kısmı üzerinde hiçbir Devletin mandasını tanımıyoruz» demiştir. Buna göre, bizden ayrılan memleketler kendi mukadderatını serbestçe kendi iradeleriyle tâyin etmelidir.
Bu andlaşma, İmparatorluğumuzun yalnız Türk olmayan bölümlerini bizden ayırmamakta, aynı zamanda Türk nüfusun yoğun olduğu memleketleri de dışarıda bırakmaktadır. Niyazi Bey, uzun süren konuşmasını şu cümlelerle tamamlamaktadır:
“Özetle efendiler! Sınırlarımız olağan değildir, tarafların ilişkileri için iyi bir şekilde çizilmiş değildir, gayrimillîdir, gayricoğrafidir (coğrafî değildir), iktisadî değildir. Hiç iktisadî şartlar dikkate alınmamıştır. Hiç mâkul esaslara dayanmamaktadır, bunu bizzat Fransızlar ve Fransız gazeteleri itiraf etmektedir. O halde bu kadar zaferlerden sonra ve bu kadar kardeşlerimiz kurtuluş ve saadet günlerini gördükten sonra bu sun’i /sentetik hudut hâlâ ve hâlâ kalacak mıdır?”
“Fazla söz söylemeye tahammülüm kalmadı, yalnız bir şey diyeceğim. Bu Andlaşmanın bu şekli ile bence kabul edilmesi mümkün değildir. Hepinizin hissiyatına ve teessürlerine vâkıfım. Hepiniz de benim duygularıma iştirak edersiniz. Benimle hisleriniz aynı. Hemdertsiniz, ben üzüntülerimin giderilmesini bu sözleşmenin tamamiyle reddinde buluyorum.”
Lozan’ın mükemmelliği, hatta değişmezliği, döneminde ve sonrasında, bilhassa İsmet Paşa’nın Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak iktidarda bulunduğu sürece keskin şekilde savunulmuştur. Bu iddiayı geçersiz kılan iki hadise de bu süre içinde cereyan etmiştir. Birincisi, Boğazlarla ilgili 1936 Montrö Sözleşmesi’dir. Boğazlar üzerinde Türkiye’nin denetimi bu şekilde sağlanmıştır. Misak-ı Millî içinde olduğu şüphesiz olan, fakat en sıkıntılı zamanda imzalanan Ankara Ahitnamesi yüzünden Fransızlara bırakılan Antakya-İskenderun bölgesinin sınırlarımız içine alınması yine Lozan’ı değiştiren önemli bir gelişmedir.
1930’ların dünyası 1920’lere göre ciddi şekilde farklılaşmıştır. Birinci Dünya harbinin mağlubu Almanya, Hitler’in 1933’te iktidara gelmesinden sonra siyaset sahnesine dönüş yapmıştır. Bu gelişme bilhassa Fransa’da tedirginlik doğurmuştur. İşte bu yeni şartları gözününde bulunduran Atatürk, muhtemelen İngilizlerin de tasvibi ile –Musul’daki durumu dikkate alarak- harekete geçmiş ve böylece yaklaşan İkinci Dünya Harbi’nin gölgesinde sonuca ulaşılmıştır.
Bu değişikliklerde, İsmet Paşa’nın inisiyatifinin olmadığı bilinmektedir. Bu sonuca bakarak, İkinci Dünya Harbi sürecini iyi değerlendiren bir Atatürk’ün Lozan’da daha ciddi tadilat yapacak bir siyaset takip edebileceği söylenebilir. En azından, İtalyan’lardan Yunanlılar’a geçen 12 Adalar konusunda sonuç almak mümkün olabilirdi.
Bu konuyu Lozan’ın bilmem kaçıncı yıldönümü dolayasıyla gündeme getirmedik. Türkiye, şu sıralar Suriye sınırları ile ilgili ciddi bir kararlılık ortaya koyuyor. Sınırın bu tarafı ile öbür tarafının aynılığı tartışılmaz. Kuzeyde nasıl Türkmen ağırlıklı Arap ve Kürt nüfus varsa, güneyde de böyledir. Şimdi diyebiliriz ki bu nüfus dikkate alınarak ve
Türkmenler esas tutularak bir güvenli bölge oluşturulmaya çalışılıyor...
Bu belki Tashih-i Lozan’a, yani Lozan’ın düzeltilmesine giden bir süreç olabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.