Mesele şeriat olunca herkes susuyor
Adamın biri çıkıp kaderi inkar etse “Bana ne” diyorlar. Ama onların şeyhinin aleyhine konuşursa “A bizim şeyhe dokundu” diyorlar. Bu nasıl tarikat yahu? Bize “Önce şeriat, sonra tarikat” diye öğrettiler. Adam şeriatı inkar ediyor çıt çıkarmıyorsun. Süleyman Efendi’nin aleyhine konuşursan Süleyman Efendi’nin talebeleri ayağa kalkar. Bediüzzaman Hazretleri’nin aleyhine konuşursan Nurcular 20 gruptur, hepsi ayağa kalkar. Sami Efendi Hazretleri’ne yapılsa aynı şekilde.
‘BİZE NE’ DİYORLAR
Haşa konuşulmaz bunların hiç birinin aleyhine asla. Ama bir profesör çıkıp konuşsa diyorum. Hangi cemaatin lideri aleyhine konuşulursa onlar ayağa kalkar. Ama biri çıkıp televizyonda “Kader ne yahu. Fazlalık. 6 şart yok İslam’da. 5’e indirdim” dese “Bize ne bizim şeyhin aleyhine konuşmadı ki” derler. Buna bizim cemaati bile az daha katacağım yani. Allah’tan bizim cemaatin adına konuşmacı olarak ben varım ortalıkta. Diğer cemaatlerden “İslamoğlu’na reddiye gerekiyor. Mehmet Okuyan neshi inkar etti. Öbürü şunu inkar etti. Taslaman bunu inkar etti” diyen yok. Hepsi “Bize ne?” diyor.
TAM PARTİCİ OLMUŞLAR
Siyasi bir konuya dokunduğun zaman bütün Müslümanlar ayağa kalkıyor. Çarşaflısı da sakallısı da. Siyasetin içine girmişler. Tam partici olmuşlar. Kendi hocasıyla şeyhiyle alakalı bir şey olsa hepsi ayağa kalkıyor. Ama adam amentüye dokunsa “Bize ne? Bu müşterek bir şey. Herkes biliyor zaten amentünün 6 olduğunu. Buna reddiyeye lüzum yok” diyorlar.
Ama bu yarın 5’e inecek görürsünüz. Birkaç sene sonra bunlar tutturacak. İslamoğlu en sonunda “Yakında bunların cemaatini ele geçireceğiz.
Hepsi bize dönecek falan” diye laflar etti. Neye göre etti bu lafları? Çünkü adamların alt yapısı var. Şia’da para çok. Ona göre para geliyor. Ona göre onlar da ortalığa yayılıyor. Herkesin bir arkası var. Selefisi, Vahhabisi, Şiisi… Arkasında devletler var.
NE ALAKASI VAR
Şii’nin arkasında devlet var, Ehl-i Sünnet’in arkasında bir devlet yok. Hatta “Ehl-i Sünnet, Kur’an’da yok. Sünnilik demeyin. Ayrılıkçılık yapıyorsunuz” diyorlar. En son karar verdiler işte oradaki 3’lü “Müslümanlık diyeceğiz” dediler. Daha “Ehl-i Sünnet, Sünnilik” dememe kararı aldıklarını açıkladılar. Ve bugün birçok ilahiyat ve imam-hatip de bu kararı aldı. “Sünnilik ve Ehl-i Sünneti konuşmayalım. Müslüman ismi yeter. Altta tefrika oluyor” dediler. Halbuki Müslüman eşittir Ehl-i Sünnet, Ehl-i Sünnet eşittir Müslüman. “Ehl-i sünnet adı 3.asır da çıktı” diyor. Ne alakası var! Hadis-i şerifte “Sünnetimden ayrılmayın” diyor. Peygamber söylüyor işte sünneti. Allah “Resûlüme itaat edin” buyuruyor. Rasulullah “Sünnetime yapışın” buyuruyor. “Tek kurtulacak fırka cemaattir” hadisi Tırmizi’de.
KAMİL HİLAFET
Adam “Tirmizi’nin uydurduğu bir rivayet, Kur’an’a mualif” diyor. Hemen Tirmizi’yi Kur’an’a karşı bir şey uydurmakla suçluyor. Ondan sonra “Bu rivayet Buhari’de de var ama uydurma” diyor. “İmamlar, halifeler Kureyş’ten olacak” hadisi. Sahih hadistir ve kesin hükümdür. Halife Kureyş’ten olmalıdır yani hüküm budur. Mutlak halifelik de öyledir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in devam eden halifeliği hep öyleydi zaten, Kureyş’tendi. Ondan sonra mülk devreye girdi. Biz şimdi buna kamil hilafet diyemeyiz. Ondan sonra devam eden Emevi, Abbasi vs. Rasulullah’ın “Sünnetime uyun, halifelerimin sünneti” dediği sünnet değil ki o. Abbasi halifesi sünnet yapamaz ki bir şeyi. O ayrı bir şey.
Onun için hadis sahihtir ve müttefekun aleyhtir. Hiçbir sorun yok. “Bütün kitaplarda da var. Ama uydurma” diyor. Adam alıyor, atıyor.
NİYE DELİL ALIYORSUN?
Bunu alenen konuşabiliyor. “Hadisler 2-3 asır sonra yazılmış” diyor. “Müçtehitler 2-3 asır sonra çıkmış” diyor. “Şia 5.-6. Asırda. O hepten ilerde” diyor.
“Bunlar biraz geride ama bunların Kur’an ile sünnetle ne alakası var. Peygamber ölmüş” diyorlar. Sallallahu Aleyhi ve Sellem de demiyorlar hiç. Bir kere Sallallahu Aleyhi ve Sellem demediler. Radıyallahu Anh diye bir şey yok. Ömer mektep arkadaşı gibi. Böyle konuşuyorlar.
Şimdi 2 asır sonra çıkmış diyorlar. Tamam, sana göre böyle. O zaman sana göre şüpheli. Sana göre delil olmaz.
Onu demek istiyorsun sen. Tamam, sana göre delil olmaz. Sonra da “Biz hadis karşıtı değiliz. Hadis karşıtı diyenlere kapak olsun” diyor. İkide bir kapak olsun, bilmem ne olsun. Neymiş kendi kitabının altına dipnotta hadis almış.
İşine gelmiş almışsın. Bu kitaplar 2 asır sonra çıktıysa peki buradan niye delil alıyorsun? “Benim 6 kitabın hepsinden de dipnotum var” diyor.
BÜTÜN KİTABI ATARIM
E bu kaynaksa hepsi kaynaktır. Uydurmaysa, şüphe girdiyse buna, sen bunu niye kaynak olarak kullanıyorsun. Hem “Hadise inanıyorum” diyor. Hem “Altına kaynak veriyorum” diyor. Sonra’da “Buhari’de de olsa uydurmadır. Tirmizi buraya uydurdu. Şu, buna uydurdu” diyor.
Ben hemen hemen 40 senedir bu milletin önündeyim. Bir kere yalanım çıksa bu millet beni ebedi dinlemez yahu. Buhari bir şeyi uydurduysa ben onun bütün kitabını atarım. Bir şeyi uydurduğundan şüpheleniyorsam ben onun kitabını okumam ki yahu. Bir adamın uydurma kabiliyeti, yalancılığı varsa bu nasıl emin olacak yahu. “İki asır sonra çıktığına göre şüphelidir. Girmiştir, karışmıştır” diyor. Kendi uydurmadıysa da uydurmayı almıştır demek istiyor. O zaman Buhari bunun adını sahih niye koydu. Veya bu Kütüb-i Sitte’nin, ilk kaynakların ne önemi kaldı?
RAHMET DENiZiNiN COSMASI
Hikâye olunduğuna göre cömertliğiyle tanınmış bir şeyh vardı. Bu yüzden bir türlü borçtan kurtulamazdı.
Şeyh yıllarca bulduğunu dağıttı, bundan dolayı da borcu arttıkça arttı, nihayet dört yüz dinara yükseldi.
Bir gün şeyh hastalandı öleceğini anlayan alacaklıları başına toplandılar. Şeyhe kötü kötü bakıyor, onun hakkında fena fena şeyler düşünüyorlardı. O sırada helva satan bir çocuk sokaktan geçiyordu.
Şeyh hizmetçisine: “Git şu çocuktan helvanın tamamını satın al da bu alacaklılar yesin, hiç olmazsa bir süre gönülleri hoş olsun” dedi.
Hizmetçi çıkıp helvacı çocuğu çağırdı, helvayı yarım dinara satın aldı, getirip şeyhin borçlularına ikram etti. Borçlular helvayı yiyip bitirdiler. Helvacı çocuk boş tepsiyi eline aldı ve ücretini istedi.
Ölmek üzere olan Şeyh: “Ben zavallı ve ölmek üzere olan bir adamım bende para ne arar?!” dedi.
HERKES HAYRET ETTİ
Bunu duyan helvacı çocuk ağlayıp inlemeye, feryada başladı. Alacaklıların buna iyice canları sıkıldı ileri geri söylenmeye başladılar. Çocuk da ikindi vaktine kadar ağlayıp durdu.
Şeyh bu sırada gözlerini yummuş çocuğa hiç bakmıyordu. İkindi vaktinde bir hizmetçi elinde bir tabakla içeriye girdi, tabağı şeyhin önüne bıraktı.
Şeyh hizmetçiye tabağı alacaklılarına vermesini söyledi. Hizmetçi tabağı alacaklıların önüne koydu.
Tabağın örtüsünü açtıklarında herkes hayretler içinde kaldı. Zira tabakta şeyhin borcu olan dört yüz dinar vardı. Tabağın bir kenarında da kâğıda sarılı yarım dinar vardı. O yarım dinar da helvacı çocuğun parasıydı.
PARANIN GELME ŞARTI
Bu duruma şaşıran alacaklılar utandılar. Şeyh hakkındaki kötü sözlerine ve yanlış zanlarından dolayı pişman oldular. Şeyhin ellerine sarıldılar: “Ey ulu kişi işin sırrı, hikmeti nedir anlat bize” dediler.
Bunun üzerine Şeyh “Ey insanlar! Bunun sırrı şudur ki ben bunu Allâh (Celle Celâlühû)den diledim. Allâh (Celle Celâlühû)de bana doğru yolu gösterdi. O paranın gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Helvacı çocuk ağlamasaydı rahmet denizi coşmazdı” dedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.