Salih Özcan’ın Son Hizmeti!
Vefat edenlerin arkasından gitmek ve cenazelerine katılmak hayattakilerin son görevidir. Üstad Bediüzzaman’ın hayattaki son talebelerinden Salih Özcan’ın ardından hamdolsun bu görevimizi de ifa ettik
. Esasında cenazesine iştirakim tam bir tevafuk eseri ve kısmet işi. 4 Ağustos tarihinde (2015) ikindi sıralarında Şehzadebaşı’ndan Cağaloğlu’na doğru yürüyordum. Salih Özcan’ın cenazesinin o gün lakin öğle namazına müteakip Fatih Camii’nden kaldırılacağını zannediyordum bu zannıma binaen cenaze namazını kaçırdığımı tasavvur ederek sırtımı Fatih’e vererek Cağaloğlu istikametine doğru ilerliyordum. Birden karşıma iki Nur talebesi ve şakirdi çıktı. Nereye gittiğimi sordular ve cenazeye davet ettiler. İşte onların daveti üzerine cenaze namazının ikindiye müteakip olduğunu öğrenmiş oldum ve iki Nur şakirdinin peşine takıldım.
Yolda biraz benim yazılarım ve uzunluğu üzerine sohbet ettik. Müşteri daima haklı olduğu gibi okuyucu da daima haklıdır ve kimileri punto küçüklüğünden kimileri de yazının uzunluğunda yakınıyorlar. Biz de koşturmaca arasında söz veriyoruz ama yine de yazıları tam düzene sokamıyoruz. Birlikte hızlı adımlarla Fatih Camii’ne cenaze namazına yetişmeye çalışırken civardaki küçük camilerden birisinde (Dülgerzade Camii) abdest aldım ve bir solukta Fatih Camii’ne vasıl oldum. Henüz cemaat cenaze namazı kılınacak alana yeni yeni geliyor, akıyordu. Hatta bir an kalabalığı az görünce cenaze namazının kılındığına hükmettim ve bu velvele ile çevreden sordum soruşturdum, henüz eda edilmemişti. Sevindim. Kısmetli günümdeydim.
İkindi öncesi hem de o mekanda bulunmasaydım ve iki Nur şakirdine rastlamasaydım cenaze namazına iştirakim mümkün olmayacaktı. Demek ki cenazeye katılmam tevafuklar zincirinin sonucu gerçekleşti. Salih Özcan ile aramda hiçbir akrabalık bağı yok. Ama birçok ortak noktamız var. Bunlardan birisi soy ismi benzerliği. Hatta merhum Salih Özcan ile akrabalığımızın bulunup bulunmadığı bendenize çok sorulmuştur. İkincisi, kaderimizin Sakarya’da kesişmesi. Salih Özcan ağabey askerliğini Sakarya’da yapmış ve burada çok olumlu izler bırakmış. Hala da Sakaryalı Risale-i Nur talebeleri tarafından tatlı bir şekilde yad edilir, anılır. Bir başka ortak noktamız Araplarla Türkiye ve Anadolu’yu harmanlama çabalarımızdır. Daha doğrusu bu noktada istihdam edilmemizdir. Salih Özcan, Ahmet Ramazan gibi Bediüzzaman’ın dış temaslarını sağlayan isimler arasında müstesna bir yere sahiptir. Daha sonra İslam dünyasında iştihar etmiştir. Rabıta’nın kurucuları arasındadır. Akabinde Arap finansını Faysal Finans üzerinden Türkiye’ye çeken isimlerden birisidir. Bir diğer hususiyeti ise yayıncılığıdır. Hilal Dergisi ve yayınları İslam alemiyle Türkiye arasında köprü kurmuştur. Hüseyin Öztürk beyin konuyla ilgili yazısından öğrendiğime göre Hilal Yayınları merhum Ali Ulvi Kurucu beyin tetkik ve onayından geçmiş eserleri çevirerek tabedermiş. Elbette Mısır’da da Corci Zeydan gibilerinin eserlerini basan Hilal Dergisi vardı lakin ikisinin istikameti ve kulvarı ayrıydı. Salih Özcan İslam dünyasını kaynaştırma görevi görmüştür.
Cenazede karşılaştığımız Said Özadalı bey benim Özcan’lar adına taziyeleri kabul etmemi istedi. Ben de teberrüken öyle yaptım. Elbette Özcan’lar adına yeğeni Halil Özcan taziyeleri kabul etmiş olmalıdır. Cenazesi tam bir kaynaşma mekanı oldu. Bu vesile ile cenazesi son kaynaştırma, buluşturma vazifesini de ifa etmiş oldu. Yılların izi, tortuları ve fitneleri zaman zaman aramızda soğuk rüzgarlar estiriyor. Ölüm ve ahret esintileri ise bu suni farklılıkları aşmamızı sağlıyor. En büyük hakikat ölüm. Ondan ötesi oyun ve oynaş. Aramıza giren fitneler ve Risale-i Nur’un liberal, milliyetçi gözle okunması gibi hususlar elbette tortu bıraktı ve birbirimize yabancılaşmamızı sağladı. Ama kaynakta ve istikamette beraberliğimiz var. Esasında perhizden geçip ve fikri itikaftan geçip arınmamız lazım. Cenazeler ise buluşma havzaları oluyor. Neredeyse Salih Özcan ağabeyin cenazesi Nur panayırına dönmüştü. Her renkten ve meşrepten Nur talebesi buluşmuştu. İlmiyeden de katılımlar vardı. Onlardan birisi de Halil Gönenç hoca idi. Selamlaştık. İş adamlarından Mustafa Kavurmacı vardı. Abdurrahman Iraz, Hüseyin Gökçe, Mehmet Ali Bulut ayakta görüştüğümüz zevat arasındaydı. Keza iletişimci Vedat Demir bey, Halit Esendir bey gibi tanıdık simalarla kısa süreli olsa da hasbihal ettik. Keza çoktandır görüşemediğimiz Mesut Zeybek ile de alaka tazeledik.
Son Şam seferlerimizden birisini Şaban Odabaşı beyin de bulunduğu bir kafile ile yapmıştık. Biraz kırık ve mükedder olarak, ‘yeniden birlikte dünya gözüyle Şam’ı görebilecek miyiz?’ diye sordu. İnşallah Esad sonrası Şam’da her yönden ve yerden müminlerle birlikte büyük katılımlarla Camii Emevi’de hutbe dinleyeceğiz cuma namazını eda edeceğiz. Salih Özcan’ın cenazesinde buluştuğumuz gibi yeniden Şam’da buluşacağız. Bu ümmetin kavuşması olacak. Şam hadiseleri ne kadar sancılı ve büyük ise doğum da o kadar muhteşem olacak. Şaban ağabeyi bu yolla teselli ettim. Onunla biz Şam’ın muhipleri, ötesinde mahzunları ve yetimleriyiz. Bir türkü sözünde olduğu gibi Mevla ağlatırsa yine güldürür. Mahzun gönüllerimize meserret ve sevinç verir. Gönlümüzü güllük gülistanlık eder. Vema zalike alallahi biaziz. İslam izzü aziz ve zülli zelil ile payidar olacaktır. Dünya kerhen ve tav’an yani zorla veya gönüllüce nasıl Allah’a boyun eğiyorsa onun dinine de aynı şekilde boyun eğecektir. Kimsenin şüphesi ve kaygısı olmasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.