'Insan‘cıl’ Dana!
Eskiden bu -cıl eki, yiyicilik, düşkünlük ve düşmanlık ifade ederdi. “Balıkcıl”da, “tavşancıl”da olduğu gibi. “Adım-cıl”da da benzer bir mâna var. Nitekim, Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmani’de “adamcıl”ın karşısında şunları yazıyor: “Gayr-i munis, merdümgiriz, sâlâr-ı hayvan”. Yani “insandan kaçan, hayvan başı”! Sonradan, “yiyen”, “kaçan” değil, “seven” anlamı yüklendi. “İnsancıl”da olduğu gibi.
Şimdi “insancıl” denildiğinde hemen “insana değer veren, hümanist” anlamı aklımıza geliyor. Kelimenin bu anlamı çok yeni. İnsancıl kelimesi Dil Kurumu’nun sözlüğüne 1959’da yapılan 3. baskıda giriyor: “İnsana sokulan (hayvan)”. Bu anlamının Arapça mûnis kelimesinin karşılığı olarak kulanıldığı söylenebilir. Sözlüğün 1983’te yapılan baskısında o tanımlama artık yoktur ve kelimeye yeni yüklenen anlamlar vardır sadece: “1. İnsana değer veren. 2. İnsancılık yanlısı olan, hümanist.”
Bu bahsi neden açtık?
Çok insancıl görünümlü bir hanım milletvekilimiz var. 1990’larda eş durumundan girdiği Meclis’te birilerinin dolduruşuyla Kürtçe yemin etmeye kalkışmış ve haksızlığa maruz kalmıştı. Epey hapis yattı, sonra tekrar vekil oldu, halen de öyle. Bu romantik görünümlü Kürtçü hanım, neden sonra “gençler öleceğine biz ölelim” demiş. Breh breh! Bu çok büyük bir lâf. Bu lâfın mânasına uyan, tarihe geçer!
Buraya kadar böyle, ya sonraki cümle: “İki taraf da silah bırakmazsa ölüm orucuna yatacağım.” İkinci cümleden sonra ona yakıştırılan insancıllık, bilgelik nereden kaynaklanıyor diye düşünmeden edemedim. Bu tavrın insancıllıkla da, bilgelikle de uzaktan yakından alâkası yok. Çünkü bu kirli savaş, bu ölümler, bir terör örgütünün dayatmasından başka bir şey değil.
Devletin emniyet güçleri terör örgütünün şehirleri cehenneme çevirme yönündeki faaliyetleri üzerine halkı zarara uğratmadan bir mücadele yürütüyor. Bu “bilgin”, “bilge” ilaveten “insancıl” hanım, bu silahlı grupların faaliyetlerinden herhalde erken zamanlardan beri haberdardır. Bir yere silahlar yığılıyorsa, hendekler kazılıyorsa, yollara patlayıcılar döşeniyorsa, bu herhalde güzellik olsun diye yapılmıyordur. Bu hanımda zerrece bilgelik olsa idi, bunun sonucunda olacakları da bilir ve o silahlı unsurların önüne dikilir: “Eğer siz insanları, bilhassa da kardeşlerimizi öldürmek için böyle yapmaya devam ederseniz karşınızda beni bulursunuz!” derdi.
Hadi o zaman demedi. Daha sonra neler oldu? Terör örgütü askeri barajlar ve askeri yollar yapıldığı iddiasıyla ateşkesi bitirdi. Ondan sonra kaç asker, kaç polis şehid edildi? Kaç sivil öldürüldü? O zaman insancıllığını gösterip: “Böyle devam ederseniz ölüm orucuna yatarım” deseydi, bayağı inandırıcı olurdu.
Bu hanımın ismi romantizme uygun, soyadı ise bilgeliğini tescilliyor, tabii görünüşte! Bu “Kürtçe” soyadının mânasını bilenler hemen bilginliği ve bilgeliği ona yakıştırıyorlardır. Hele son yıllardaki durmuş-oturmuş hali de bunu destekliyor. Oysa hanımefendi ilkokuldayken kendisinden 21 yaş büyük amca oğlu ile evlendirilmiş. Sonradan okur yazar olmuş. Lise diplomasını da dışarıdan almış!
Bunun seçilmiş bir soyadı olduğu anlaşılıyor. Kocası şedit Kürtçülerden Mehdi Bey muhtemelen baba soyadını değiştirdi, bu unvanı soyadı olarak aldı. Tıpkı 14 yaşında amca kızı Leyla’yı karı olarak aldığı gibi!
Şimdi her vasatta çocuk evliliğine, akraba evliliğine karşı çıkan, sol, sosyalist, hatta Marksist görünümlü Kürtçülerin çoğunun arka planında böyle zıtlıklar var. Öz ve sözün bunlar için bir arada olması mümkün değil. Sözde demokrat, sözde insancıl; özde ise tam tersi!
Gelelim soyadı meselesine...
Bu kelime hiç de yabancımız değil. Her ne kadar Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve Yazım Kılavuzu’nda yer almasa bile, daha önce bildiğimiz, kullandığımız bir kelime: Dânâ! Bu yüzden bütün Osmanlıca sözlüklerde var. Belki de Dil Kurumu bu kelimeyi yazımında “dana” ile karışacağı için sözlüğüne almadı! Çünkü yeni imla kurallarına göre bu kelimeyi “dana” olarak yazmak gerekiyor!
Dânâ, halis Farsça bir kelime. “Bilen, bilgili, âlim” demek. 20. yüzyılda Türkçe’nin büyük ustası Refik Halit Karay ne diyor bakın: “Olabilir ki siz kamusun hâfızı, lisanların vâkıfı, binbir dile âşina, her türlü ilm ü fende dânâ bir zatsınız.”
Farsça akraba kelimeler: Dânisten, dâniş, dânişmend…Hatta İran’da üniversitelere dânişgâh deniliyor…
Kıbrıs meselesi patlak verdiğinde Kıbrıs’ın bir müftüsü vardı: Dânâ Efendi! O zaman da bizim basın bu kelimeyi zaman zaman “Dana” yazar geçerdi!
İki nokta: Birincisi, harf inkılâbı olmasa idi, Kürtlerin farklı alfabesi olmayacaktı; dolayısıyla “dânâ” ortak kelimemiz olarak kalacaktı, bazıları bunu “zana” okusa da!
İkincisi: Kürtçülüğün hiç bir entelektüel derinliği, muhtevası yok, ciddi bir bilgi birikimine dayanmıyor. En önce kendi kültüründe derinleşmeden yoksun. O yüzden bunlarla derinlikli konuları konuşmak, tartışmak çok güç. 1970’lerin ucuz sol-sosyalist jargonu bunlara yetiyor. Slogan seviyesinde düşünüyorlar ve sloganları tekrarlamayı düşünmek zannediyorlar.
Sonuç: Bu hanımın soyadı “Nâ-dânâ” olmalıydı. Osmanlıca bilen birine yazdırsın. Kendisi “Ne-zana” olarak okuyabilir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.