Daha rezili var mı?
Gerçek acıyı anlatan hiçbir metin, Fethi Naci’nin “İçimdeki şarkı bitti” cümlesi kadar etki uyandırmadı. Kızının ölümünü ve gövdesini çaresizce sürüklediği yoksunluk zamanlarını anlattığı yazı... Hâlâ, döner dolaşır, “anılar” kitabındaki o yazıyı okurum. Basit ama benim gözümde kişisel acıyı, “evlat acısı” dediğimiz o tanıdık acıyı anlatan en müstesna yazı...
Hürriyet yazarı Selahattin Duman’ın “savunu” sadedinde söylediklerini okuyunca şaşırdım... O çok tepki toplayan yazısına açıklık getirmeye çalışıyordu.
Bir tür “yanlış anlaşıldım” yahut “yanlış tefsir ettiniz” sendromu...
Haksız bir soruya verdiği vicdansız cevabın neresini yanlış anlayacaktık? “Bir ile iki çocuk arasında ne fark var?” sorusunun cevabı ne olabilir? “Terör gündemi” çerçevesinde böyle bir soru sorulabilir mi? Sorulmalı mı?
Selahattin Duman, kendi mamulâtı olan soruya şu vicdansız karşılığı veriyor (kısaltarak alıntılıyorum): “Bir ile iki çocuk arasında yüz bin lira fark var. O baba (PKK tarafından şehit edilen askerin babası) ölen çocuğu için yüz bin lira aldı. İki çocuk kaybetse iki yüz bin lira alacaktı. O yüz bin lira, ölmemiş çocuğu da ‘iktidara adamanın’ kazancıdır ve o kendine ‘baba’ diyen o adam için görülmemiş bir paradır.”
Bu cevap (ya da Selahattin Duman’ca yaklaşım), çok tepki topladı. Şehit ailelerinin incitildiği, evlat acısıyla dalga geçildiği filan söylendi. Selahattin Duman’ımız da elbette kendini savundu; asker torunu olduğunu, ailesinde bilmem kaç Çanakkale şehidi bulunduğunu, üstelik askerlik mesleğini “ailecek” çok sevdiklerini, bu nedenle bedelli ve kısa dönem imkânlarına yüz vermeyip askerliklerini “tam zamanlı” olarak yaptıklarını söyledi.
Bu “mecbur bırakılmış” savunu, evet, benim de hoşuma gitmedi. Kimse vatan ya da askerlik sevgisini başkasına kanıtlamak, ailesinde şehitler bulunduğuna inandırmak zorunda değil. İnsanı, bu türden ucuz savunu cümlelerine icbar eden tutum da, en az Selahattin Duman’ın sözleri kadar iğrenç. Peşinden şu soru gelecektir: “Benim ailemde şehit yok. Bu durumda ben vatanımı sevmiyor muyum?”
Dolayısıyla, Selahattin Duman’ın nafile savunu cümleleri, nafile cümleler olarak kalıyor ve bize bir şey anlatmıyor. “Bir halt karıştırdım, idare edin, fazla da üzerime gelmeyin” demeye getiren bir yazı. Söyleyecek söz bulamıyorum.
Fakat yazısına başlık olarak seçtiği ve riyakârca bir “toparlama çabasının” ürünü olduğu besbelli o cümleyle ilgili (“Bu ülkenin şehit evlatlarına kimse dil uzatamaz!”) bir çift söz söylemem gerekiyor:
Evet, bu ülkenin şehit evlatlarına kimse dil uzatamaz.
Selahattin Duman da bunu (dil uzatılamayacağını) söylüyor ve tartışmaya konu olan makalesinde “şehit” kelimesini hiç kullanmadığını, buna rağmen incinenler varsa “cümlesinden binlerce kez özür dilediğini” ekliyor.
İncinenler ve acılarıyla dalga geçildiğini düşünenler varsa, Selahattin Duman’ın özrünü değerlendirip affetme cihetine gidebilirler.
Bence de Selahattin Duman şehit ailelerine dil uzatmıyor, evlat acısıyla dalga geçmiyor. Bunu söylersem, haksızlık etmiş olurum.
Fakat daha rezil bir iş yapıyor:
Kısaca “şehit ailesi” dediğimiz insanların yoksunluklarıyla, yoksulluklarıyla, hatta “çaresizlikleriyle” dalga geçiyor. Duman’a göre, kendisine “baba” denilen şahsı sağaltacak ve “vatan sağ olsun” noktasına getirecek paranın miktarı yüz bin liradır. O adam için görülmemiş bir paradır. Verirsin parayı, acısını “anında” dindirirsin.
Fethi Naci, bir tek cümleyle “gerçek acı”yı anlatmıştı.
Selahattin Duman da bir tek cümleyle yoksulluğun nasıl acımasızca yargılandığını ve “çaresizliğin” tuzu kuruların mizahına nasıl malzeme yapıldığını gösteriyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.