Uluğ Minarenin Gölgesinde Tatarlar
Hicret’in 310 senesinde, miladî takvimle 922 yılının 12 mayısında, Halife’nin elçilik heyeti Bulgar Hanı tarafından karşılandı… Bu gün Tataristan’da hâlâ bir bayram olarak kutlanıyor. İşte bugün Bulgar şehrini ziyaret günü… İslâmın Tataristan topraklarında devlet olarak varoluşunun bin yüzüncü yılına 7 sene kaldı…
Eğer bugün bir Tatar halkı varsa, bu halkın kimliği müslümanlık olmaksızın tanımlanamaz. Tatarlar İtil Bulgar hanlığından sonra Altın Ordu döneminde varlıklarını sürdürmüşler, Timur’un Altınordu devletini yıkmasından sonra Kazan, Kasım, Astrahan hanlıklarını kurmuşlar. Tabii bu parçalanma Rusların işine yaradı ve Altınordu hanlarına bağlılıklarını arz eden Rus knezleri (dükaları) devri geride kaldı. 1552 yılında Kazan’ı ele geçirdiler ve böylece Tatarlar için zor dönem başladı.
Rus yayılmasının zararlarına en fazla muhatap olan Tatarlar buna rağmen kimliklerini koruyarak bugüne kadar geldiler. Bunda din kadar dilin de önemli rolü var. Nitekim, başka bir Bulgar topluluğu farklı bir kimliğe bürünerek bugünlere gelebildi. 7. yüzyılda Kubrat Han, Kuban’dan Don nehrine kadar olan bölgede Büyük Bulgar hanlığını kurdu. Kubrat’ın ölümüyle bu devlet oğulları arasında paylaşıldı. Oğullarından biri olan Asparuh Tuna’yı geçerek Tuna Bulgar krallığını kurdu. İki asır sonra Bizans’ın tesiriyle Hristiyanlaşmaya başladılar ve bugün İslav kültür dairesinde bir kavim Bulgarlar…
Tatar varlığında dinin dilden önce geldiğini, an azından bugün böyle olduğunu söyleyebiliriz. Tataristan’da Rusça öğretimde esas. Gerçi ilk ve orta öğretim Tatarca, yüksek öğretim ise tamamen Rusça. Yönetimde ve günlük hayatta da Rusça’ya sıkça başvuruluyor. Buna karşılık dine vurgu çok daha güçlü görünüyor.
Bunun en fazla belirgin olduğu yer Bulgar şehri… Tatarların İslâmî geçmişine olan vurgu burada en yüksek seviyeye çıkıyor. Deli Petro zamanında burada Bir kilise-Manastır kuruluyor. Temelinde Bulgar mezarlarının hece taşları olan bir manastır… Bir süre halen ayakta olan bir türbe binası Aziz Nikola kilisesi olarak kullanılıyor. Rus rahipleri epey gayret sarfediyorlar ama sonuç hasıl edemeyince şehri terk ediyorlar.
İslâmî devir harabelerinin şimdi çok azı ayakta… Bilhassa Ulu camiin yıkık duvarları ve temelleri ile minaresi bunlar arasında. Harap halde bulunan minare yeniden yapılırcasına onarılmış. Bir hayli mesafeden görünen minare şehrin tarihe şahitlik eden en önemli sembolü. Eğer bu minare, Halife’nin Bağdat’tan gönderdiği ustalar tarafından yapıldıysa, o zamanki mimari uslübu hakkında bazı görüşler öne sürülebilir.
Bizim gözümüzle Selçuklu ve Osmanlı minarelerine benzerlik hayli fazla. Şölenin katılımcılarından Metin Önal Mengüşoğlu, minareyi Harput Ulu camiinin minaresine benzetti… Camiin yakında bulunan iki türbe de yine Selçuklu ve Osmanlı mimarisine yakın. Minareyi ayağa kaldıran Tatar yönetimi, son yıllarda türbe mimarisi tarzında yüksek kubbeli bir bina inşaa etmiş. Minareden sonra en fazla dikkati çeken yapı o. Bir hayli uzaklardan hem parlak kubbesiyle hem de hilâli bir hayli büyük alemiyle görülebiliyor. Binanın alt katı yazma ve basma Kur’an nüshaları ve resim sergisi halinde. Ana mekânı ise, dünyanın en büyük basma Kur’an’ının teşhir edildiği bir yer…
Kur’an’ın böyle büyük ve gösterişli bir baskısına neden ihtiyaç duyulur? Bu kıt’ada bir baskı için Vatikan’ın matbaasından başka yer de bulunamamış… Zamanımız gösteriş çağı… Tatarlar böylece müslümanlık vurgusunu daha kuvvetli şekilde yapıyorlar. Nitekim, Kazan şehrinin “Kremlin” denilen eski kalesi içinde Rus istilası sırasında yıkılan Kul Şerif camii de 2005 yılında yeniden yapılmış. Bu cami de dört minaresiyle şehrin silüetini değiştirmiş durumda. Çok cemaat çekebiliyor mu, bunu bilmiyoruz ama bir hayli ziyaretçisi olduğuna şahit olduk.
Yanlış anlaşılmasın: Kul Şerif Camii, gördüğüm yeni yapılmış camilerin en güzellerinden. Uzaktan görünüşü de hayli etkileyici…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.