Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Allah İçin Öleyim de!

Allah İçin Öleyim de!

Sahabe nesli Peygamberimizin görünür, fiili mucizelerinden birisidir. Kur’an ebedi mucize ise onlar da Asr-ı saadetin ete kemiğe bürünmüş mucizesidirler. Buna sosyolojik mucize de denilebilir.  Nesillerin en fedakarı en cefakarı ve en kahramanıdırlar. Ölümde ve fedakarlıkta sınır tanımamış, birbiriyle yarışmışlardır. Bu nedenle Şiiler Sahabelerin hakkını tenkis ederek belki de İslam’a en büyük kötülüğü reva görmüşlerdir. Oysa ki sahabeler Yunus diliyle, ‘ballar balını buldum kovanım (hatta canım) yağma olsun’ diyen nesildir. 

 Buna dair misaller kaleme ve hasra gelmez. Adel ve Kare’den gelen bir heyet Peygamberimizden İslam’ı öğretmek üzere kendilerine  davetçiler göndermesini isterler. Bunun üzerine Asım İbni Sabit başkanlığında on kişilik bir tebliğci ve davetçi heyet, ilgili adresten gelen rehberleriyle birlikte yola koyulurlar. Adamların niyetleri bozuktur. Reci denilen mevkiye, yere gelindiğinde rehberler heyete kalleşlik yaparlar. Kari ve davetçilerin dağa sığınmaları ve teslim olmamaları üzerine çatışma çıkar ve emirleri Asım Bin Sabit olmak üzere yedisi er meydanında şehit düşer. Geriye kalanlar aman üzerine teslim olurlar lakin ihanet ve kalleşlik çemberi sınır tanımamaktadır. Zincirleme devam eder. Sözlerinde durmazlar ve verdikleri aman ve güvenceyi tanımazlar. Bunun üzerine üç kişiden biri olan Mirsed İbni Ebi Mirsed, kalleşlik zinciri karşısında kendileriyle gelmeyeceğini bildirir. Onu hemen oracıkta şehit ederler. Kalan ikisini de Mekke’ye götürerek; aralarında Bedr gazvesinden kalma kan davası olan ailelere satarlar.

*

Hubeyb Bin Adiy, Bedr’den dolayı kan davası güden Ukbe Bin Haris’e satılır. Kızlarından birisi tutsak tutulduğu odaya girdiğinde elleri bağlı olduğu halde üzüm salkımından üzüm yediğine şahit olmuştur. Ukbe Bin Haris’in kızı oldukça şaşırır. Mekke’de o mevsimde üzüm de bulunmamaktadır. Onun Allah tarafından yedirilip içirildiğine kanaat getirir (http://www.ansarsunna.com/vb/ showthread.php?t=32958 ). Allah Hubeyb’i bağlı ve tutsak olduğu halde yedirip içirmektedir.   Böylece esaret zinciri içinde bile inayete mazhar olur. Reci’den geriye kalan son iki tutsak olan Hubeyb Bin Adiy ile Zeyd bin Desinne’yi öldürmek üzere Mekke dışında Ten’im denilen yere götürürler. Hubeyb’e son arzusunu sorarlar:

 - Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Hâris bin Âmir’i öldürdün. Bugün senden onun intikâmını alacağız. Ölmeden önce bir isteğin var mı, son arzun nedir?

  Hubeyb bin Adiy istifini bozmadan, gâyet sâkin vaziyette, şunları söyler:

- Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra gene diriltecek olan, yalnız Cenâb-ı Allah’tır. O’na binlerce hamd olsun. İki rekat namaz kılmak istediğini söyler. Lakin bunun, vakti uzatmak ve dünyada birkaç salise daha fazla yaşamak, kalmak istemesine yorulmaması için namazı kısa sürede tamamlar.  Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyre dalmışlardır. Namazını bitirdikten sonra,

- Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım, dedi. Boynu vurulmadan evvel tarihe büyük bir ders bırakmıştır. Dik durarak ölüme selam vermiş ve  akıbeti soğukkanlılıkla karşılamıştır. Halit Bin Velid’in dediği gibi ‘la namet a’yunu’l cübena/ korkakların gözüne uyku girmesin!’  Ölüm onların peşinden, ensesinden değil onlar ölümün peşinden gitmişlerdir.  Hubeyb’in ölümle hesaplaşmasının şiiri ve özellikle de bir mısraı tarihe geçmiştir. Bu mısra adeta bir destandır:

Lestü übali hine üktelu müslimen/ Ala eyyi şikkin kanallahu masrai

Müslüman olarak öldükten sonra, 

Başım hangi yana düşmüş, gam değil! (düşerse düşşün!)

Hem Hubeyb Bin Adiy hem de Zeyd Bin Desinne’ye kurtulma, bağışlama karşılığında Hazreti Peygambere sözle de olsa ilişmesini, sataşmasını istediler. Canlarını sattılar ama Hazreti Peygambere ilişmediler. Her ikisinin de şöyle dediği rivayet edilir:

- Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medîne’de yürürken ayağına diken batmasına bile râzı olmam! İdam sehpasında bile Hazreti Peygambere toz kondurmamışlardır.

Allah için yaşadılar, Allah için öldüler. Allah için öldükten sonra gerisi onlar için teferruattır.

De ki: Şüphe yok, namazım da, ibâdetlerim de, diriliğim de, ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allaha mahsustur (EN’AM-162).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi