Arapça Eğitimden Arapça Kitap Fuarına
TRT Arapça Kanalı’ndan Bila Kuyud (Sınırsız) programının sunucusu İsameddin Nacih Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde düzenlenen kitap fuarına gittiğini ve orada birçok arkadaşla karşılaştığını söyleyince, doğrusu merakımı celbetti. TYB’nin böyle bir etkinliğe ev sahipliği yaptığına- belki de bir ilk olması hasebiyle- pek ihtimal vermemekle birlikte yine de merakımı yenemedim. Ertesinde Arapça öğrenen bizim Fahri de arkadaşlarıyla söz konusu fuara gitmek üzere kavilleştiklerini anlattı. Etkinliği kendince teyit etmiş oldu. Merakım iyice depreşti ve bunu yenmek üzere Sultan Ahmet’in yolunu tuttuk ve Yazarlar Birliği’ne vardığımızda dışarıda bizi Sezai Karakoç’un külliyatı karşıladı. Arap yazarların, Arapça kitapların yanında bizden birileri de Türk okurlara hitap etmek için Sezai Karakoç’un kitaplarını sergilemeyi akıl etmiş. İyi de olmuş. Daha sonra Mahmut Bıyıklı ve yönetim kurulu üyeleriyle hoş beşle birlikte bu meselenin izini sürdük, sohbetini de yaptık. Aişe Arman Arapça eğitim hakkında ileri geri laflar ederken ilk kez Yazarlar Birliği’nin girişimiyle İstanbul’da Arap diliyle yazılmış kitaplar için düzenlenen kitap fuarı bizi muasır Arapça kitaplarla buluşturdu. Elbette Yazarlar Birliği’nde kitap fuarına şiir şöleni, söyleşiler gibi kültürel etkinlikler de eşlik ediyordu. İnşallah daha kapsamlı ve sistematik fuarların başlangıcı olur. Frankfurt, Kahire, Tahran kitap fuarları meşhur hale gelmiştir ve her ülkeden ve dilden stantlar barındırıyor.
Bu arada bu kültür hizmetine devletin destek vermesini ve beslemesi gerektiğini hatırlatmak isterim. 28 Şubat sürecine kadar Arap dünyasında yayınlanan süreli yayınlar Türkiye’ye gelir, biz de düzenli takip ederdik. Bunlardan birisi Mecelletü’l Ezher (Ezher Dergisi) idi. El Mecelle, el Müctema gibi dergiler de takip ettiklerimizin arasındaydı. Lakin 28 Şubat süreci araya girdi, yayınlarla buluşmayı inkitaya uğrattı. Ardından sanal alanın baskın çıkmasıyla birlikte Türkiye’de olduğu gibi Arap dünyasında da dergicilik can çekişmeye başladı. Yine de Ezher gibi kurumsal ve prestij için yayınlanan dergiler yazı hayatına devam ediyorlar. Bunların mutlaka temin edilmesi, Türkiye’ye getirilmesi şarttır. Bu gibi dergilerin takip edilmesi ve onun ötesinde ilahiyat fakültelerinde veya akademik kurumlarda tetkik edilmesi elzemdir. Lakin bu sahada kopukluk daha sonra tamir edilememiştir. Şimdi Türkiye’de sanal alemin dışında neredeyse Arapça dergi veya gazete takip etme imkanı kalmamıştır.
***
Matbu kitapla siber alemdeki kitapçılık birbiriyle yarışıyor. Faydayı tamim etmek için matbu eserler son sıralarda sanal aleme veya siber aleme de taşınıyor. Lakin bu yeterli değil. Muhakkak matbu eserlere de ulaşmak gerekir. İşte bu işi üstlenen, okurla kitabı buluşturan bu gibi fuarlar oluyor. Yoksa bir kitap edinmek için herhangi bir Arap ülkesine gitme lüksümüz yok. Gitseniz de hepsini fuarlar dışında bir arada bulma şansınız yok. Binlerce yıllık geleneği sanal aleme de kurban etmemeliyiz.
Arap Baharı’ndan itibaren artık Araplar gibi Arapça da bir gerçeğimiz. Türkiye mihver bir ülke haline geldi. İnanın bölgenin siyasi geleceği gibi kültürel geleceği de İstanbul’da şekillenecek. Bu açıdan Arapça daha da önemli hale geliyor. Neden Londra Londanistan olsun da İstanbul geri kalsın, onun yerini almasın? 1980’li yılların başında Almanya’nın en ücra köşesi olan Kiel’de bile Arapça gazeteler bulabilirdim. Biz ise kültürümüzün ve geleneğimizin bir parçası olan Arapça ve Arapça eserlere niye sırt dönelim? Bigane kalalım? Bundan korkmamak lazım. Dil meselesi ilahi bir bağış, lütuf ve ortak insanlık değeri, mirasıdır. Fakat bunun da ifrat ve tefrit basamakları var. Irkçılar ifrat basamağını temsil ediyorlar. Bununla birlikte herkes kendi diline hizmetle mükellef olduğu gibi öteki dilleri de canlı tutmakla da mükelleftir. Bu insanlık icabıdır. Lakin dili ırkçılığın arka bahçesi, aracı haline getirmemeli ve düşmanlık nedeni yapmamalıyız. Köprü olarak görmek, tutmak lazım. Dikey anlamda geçmişle gelecek, nesiller arasında bir bağ, yatay olarak da insanlar arasında bir iletişim vasıtası, köprüsü kılmalıyız.
Zenginliklerimizi dünya ile paylaşmalıyız. Bu anlamda Risale-i Nur şakirtleri himmetlerinin pervaz etmesiyle birlikte Risale-i Nur’u Arapça ve sair dillere kazandırmışlardır. Lakin diğer değerlerimiz aynı inayeti görememiştir. Bu hususta devlet devreye girmeli akademik kurulları harekete geçirerek bir tercüme kampanyası düzenlemeli ve Türkçe’nin zengin eserlerini dünya ile paylaşmalıdır. Aynı şekilde Macaristan’ın izini sürerek dünya kültürel mirasını da Türkçe’ye aktarmalıdır. Sezai Karakoç, Necip Fazıl’ın bütün eserleri özellikle de Müslümanların dillerine ve akabinde dünya dillerine çevrilmelidir. Bu çabayı bir iki isimle sınırlandıralım demiyoruz. Değer arz eden bütün isimler aynı inayete mazhar olmalıdır. Bu işlemi özel müteşebbislerin yapması devletin ise desteklemesi ve denetlemesi yerinde olur.
Onca yazılacak konu olmasına rağmen önemine binaen bu konuyu seçtim. Zira sanal alemde haberler arasında gezinti yaparken Suudi Arabistanlı yazarlardan ve tanıdık simalardan İstanbul’a yerleşen Mehna Hubeyyil’in de bu konuya eğildiğini ve değindiğini gördüm. (http://www.almokhtsar. com/node/445966 ). Aynı konuya temas etmiş ve fuarın kültürel yerine ve önemine işaret etmiştir. Arapça’ya nobran ve hasım yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Bu tür yaklaşımlar kendi kültürel kod ve köklerimize de yabancılaşmaktır. Bu konuda kompleksi üzerimizden atalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.