Paris - Silvan - Antalya
Paris’te korkunç terör saldırısı. Ardından olağanüstü hal ilanı. Yani olması gereken olağanüstülük. Hiç şüphesiz Fransa teröre karşı kendini savunmak için elinden geleni yapacak.
Amerika 11 Eylül saldırısında teröre karşı benzeri bir refleksi göstermişti. Öyle ki, o refleks, yoldan geçen esmer kişilerin potansiyel terörist algısıyla derdest edilmesine kadar uzanmıştı.
Muhtemel ki Fransa’da da bu terör saldırısının ardından sivil alan “AB kriterleri”nin hiç uğramayacağı alan haline gelecek.
Bunlar ülkelerin kaçınılmaz refleksleri durumunda.
Bu refleks bazen toplumları da terörize ediyor ve terörle hiç alakası olmayan insanların sokakta hedef haline gelmesine yol açıyor.
Gelelim Silvan’a.
Bir süredir Silvan’da güvenlik operasyonu var ve bizde bazıları, güvenlik birimlerinin orada uyguladığı sokağa çıkma yasağını yadırgıyor. Avrupa’dan insan hakları gözlemcilerini çağıran bile var. Oysa bir terör örgütü 100 bin nüfuslu bir ilçeye el koymaya, orada egemenlik ilan etmeye kalkışıyor.
Siz böyle bir hadisenin Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde, Amerika’da yaşanabileceğine ihtimal veriyor musunuz? Silahlı bir yapı gelsin Paris’in bir mahallesine el koysun, mümkün mü?
Siz şu anda Hollande’a;
- Paris’te, bu çağda, olağanüstü hal ilan ediyorsun, bu, AB kriterlerine sığar mı diye sorabilir misiniz?
Soramazsınız. Herkes seferber olur Hollande’ın acısını paylaşmaya, ki haklıdır.
İşte orada Türkiye’nin “Senin teröristin - Benim teröristim ayrımı yapılmamalı” yaklaşımı da haklıdır.
Bazı ülkelerin belini bükmek için bazı teröristlerin sırtının sıvazlanmasına karşı isyanı da haklıdır. Türkiye’nin terörle mücadelesini anlamak istemeyenlere yönelik serzenişi de haklıdır. Suriye sancısı içinden, bir terör örgütüne uzun vadede Türkiye’yi de vurmayı amaçlayan bir kanton çıkarma hesabına karşı en sert tepkiyi göstermesi de haklıdır.
G20 zirvesi bugün Türkiye’de, Antalya’da başlıyor.
Ekonomi öncelikli bu yapının gündeminde Suriye, Mülteciler, Terör konularının bulunması zaten kaçınılmazdı. Şimdi, Paris vahşetinden ve o vahşetin ardından DAEŞ’in çıkmasından sonra bu konuların çok çok daha öncelikli olması kaçınılmaz ve bu zeminde Türkiye’nin hayati misyonu, çok daha ağırlıklı hale gelmiştir.
“Sözümona dine bağlı” bir yapı gibi ortaya çıkan DAEŞ’e karşı, Türkiye’nin Müslüman kimliği ile mücadele etmek, bunun için Suriye meselesi başta olmak üzere İslam coğrafyasındaki sancılı alanlarda, emperyalist hesaplarla değil, yine bu coğrafyanın insanları için sağlıklı diye nitelenebilecek çözüme ulaşmak, bununla birlikte mülteci meselesine çare bulmak, bunun için Türkiye-AB ilişkilerine sağlıklı bir çözüm üretmek, bunun için 1 Kasım seçimlerinden istikrar çıkaran Türkiye’nin kendi içinde sağlıklı bir siyasi-sosyal-ekonomik iklim oluşturması....
Ve bütün bunların temin edilmesi için, dünyanın 20 büyük ekonomisini yöneten ülkelerin aklı selim etrafında buluşmaları...
Ev sahibi olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, yukarda saydığım tüm meselelerin kesişme noktasında bir zirve gerçekleştiğinin bilinci içinde, zirveden tarihi sonuçlar çıkması temennisinde bulunuyor. Kuşkusuz insanlığın geleceği ve zirveye katılanların üstlenmesi gereken sorumluluk adına söyleyeceği çok söz var. Zaten bunları söyleyerek geliyor. Türkiye ki, dünyanın mağdur alanlarına Amerika ile birlikte en çok yardım yapan iki ülkeden biri durumunda. Şu anda sadece 2.5 milyon mülteciye barınak olması bile, dünyanın parmak ısırdığı bir iyilik hareketi olma özelliğini taşıyor. Türkiye’den kendi topraklarına geçen her bir mülteci için Avrupa’nın yüreği cız ediyor.
İşte Antalya, işte masa. Haydi herkes insanlık sınavına. Hem teröre “istisnasız”sız karşı çıkmak için, hem dünyanın mağdurlarına kol kanat germek için...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.