Tarih Dizi Olunca...
Bir zamanlar, Atatürk filmleri yapılması çok isteniyordu, ama Atatürk’ü canlandırmak hiç bir artiste yakıştırılamıyordu. Tabu yıkıldı, zamanla Atatürk’ü canlandıran birçok oyuncu çıktı ortaya. “Atatürk canlandırılamaz, temsil edilemez”den bu noktaya gelindi.
Tarihi filmleri, dizileri seyrederken tarih okuyormuş gibi yapmak doğru değil. Tarihe sadık kalan filmler, diziler dahi bir canlandırmadan, temsilden ibaret. Tarihi aynen bugüne getiremezsiniz, ama ruhuna, özüne sadakatı da elden bırakmamanız gerekir.
Geçen seneler büyük rağbet gören bir dizi, tarih üzerinden üretilecek yapımların geniş bir ilgiye mazhar olabileceğini gösterdi. Tarihî bir dizi yapıyorsanız, bugünün seyircisini ekran başında tutacak dram unsurlarına veya entrikaya ihtiyaç var. O diziyi yapanlar bunu harem üzerinden ürettiler. Harem, yani Padişah’ın evi...
“Padişahın evi” lâfı boşuna değil. Orada padişahın eşleri, çocukları var ve o büyük evi çekip çevirecek bir yapı sözkonusu. Osmanlı tarihinin bir dönemi için “kadınlar saltanatı” tabiri yeni kullanılmıyor. Padişah eşlerinin, annelerinin, yani valide sultanların dönem dönem etkili olduğu biliniyor. Şimdi yeni bir Osmanlı haremi dizisi gösterilmeye başlandı. Tabii bazı hususlar abartılarak seyirci ekrana bağlanacak. Tarihin özüne ne kadar sadakat gösterilecek? Asıl mesele bu. Bu dizide en fazla dikkati çeken, harem kadınlarının kılık ve kıyafetleri... Diziye şöyle bir göz ucuyla baktım... Sayın ki Fransız veya İngiliz sarayındayız! Dekoltede onlarla yarışıyor padişah anneleri!
Tabii, bahsi geçen dizi, tarihî yapım olarak tek değil. TRT’nin de tarihî bir dizisi var. (Eskiler “kostüme film” derlerdi. Bu “tarihî film” yerine daha tutarlı bir ifade. Yani tarihî kıyafetlere benzetilen elbiseler giyilerek çevrilen film.) Daha önce bu dizi hakkında yazmıştık. Eleştirmek gafletinde de bulunmuştuk. Sanıyorum diziyi üreten firma cenahından yakışıksız mesajlar geldi. Buna rağmen doğruyu söylemek zorundayız.
TRT’nin tarih dizisi, mazbut bir dizi. Ahlâk dışı unsurlar yok, bunu müsbet hanesine yazıyoruz. Bu olumluluğun güçlü bir metinle, senaryoyla desteklenmesi şart. Tarihin bize konuyla ilgili verdiği bilgi bir kaç sayfayı geçmez. Onların bir kısmı da ihtilaflıdır. Şimdi böyle bir dönemi ekrana getirirken her şeyi yeniden kurmaktan başka çare yok. Bu birkaç sayfadan belki de yıllarca sürecek bir dizi üretilecek. Nitekim, dizi bir yıla yaklaşıyor...
Gazetelerde ve televizyonlarda diziyi öven, muhtemelen reklam bütçesinden, haberler yayılıyor. Bir akşam azm ü cezm ettim ve mezkûr diziyi seyretmeye koyuldum. Dizinin önemli bir bölümünü silahlı çatışmalar işgal ediyor. Hayat, hatta savaş sadece silahlı çatışma değildir. Fakat burada başka bir yol görülmüyor. Kadınlar çok fazla müdahil oluyor... Kayı boyu, göçebe bir toplumsa, erkeklerin rolleri ile kadınların rolleri iyice belirlenmiş demektir. Fakat bugünün mantığı seyirci açısından kadınların öne çıkmasını gerektiriyor. Hadi bunu da önemsemeyelim. Metin yazarları Osmanlı Türkçesi konuşturma hissini de vermek istiyorlar. Fakat Osmanlı Türkçesi o yüzyılda asla öyle değil. Öyle fazla Arapça Farsça kelime yok, terkipler hiç yok.
Bir deyim kulağıma çalındı: “Uhuletle ve suhuletle...”
Allah Allah ben mi yanlış duydum, dedim, bazı arkadaşlara sordum. Belki de yanlış biliyorum diye baktım: Hiç bir sözlükte “uhul”e ve “uhulet”e rastlayamadım. Bu deyimin doğrusu “usuletle ve suhuletle”dir. Buradaki usul, yavaş mânasına “usul” olabileceği gibi, usûl (metod) de olabilir. Çünkü “usuletle ve suhuletle” demek, “yavaşça ve yumuşaklıkla” demektir. “Usûle uyarak ve mülayemetle” diye de açıklayabiliriz.
Diyeceksiniz ki, bir yanlıştan ne çıkar? Yanlış bir değil. Mesela alp kelimesinin kullanılışı artık galatı meşhur haline geldi. Alp, alıp kelimesinde “l” ince değildir. Bu dizide de alp ince telaffuz ediliyor. Diyelim ki hata bir iki adet. Eskiler “ak itin pamuk pazarına zararı vardır” demişler. Devlet televizyonu iddialı bir dizi yayınlıyorsa, bu iddiayı besleyecek unsurları da ihmal etmemelidir. Muhafazakâr kesim, mevcutla yetinerek nereye kadar varacak? Birinci sınıf edebiyat eserleri, birinci sınıf sinema eserleri, diziler yerine suyunun suyu ile nereye kadar gidilebilir?
Bu arada TRT’nin çok sayıda kanalıyla öğünmek bir alışkanlık haline geldi. Çok sayıda kanal açmak değil, bu kanalları kaliteli şekilde sürdürmek önemli. Bir akşam kitap okuma molası verince bir süre “TRT Müzik kanalına bakayım” diye düşündüm.
Keşke hiç aklımdan geçirmeseydim! Bir kere bir program düzeni yok, kalite iddiası yok. Ne çıkarsa bahtına! Türkü ve sanat müziği icracılarının kahir ekseriyeti şu piyasa yarışmalarında bile ilk elemeyi geçemez. Bu kadar imkân, bu kadar birikim nasıl böylesine heba edilebilir. Genel müdürümüzün kanallarını izlemeye vakti olmuyor galiba!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.