Senkron
İlk aklıma gelen cümleyi yazarak devam edeyim: Dengeli ve deneyimli bir kabine oluştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta başında, bir özel televizyon kanalına verdiği mülakatta, “senkron”dan söz etmişti.
Daha doğrusu, aynı zamanda yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’yla “uyum içinde çalışacak” bir kabinenin teşekkül etmesi gerektiğini söylemişti.
Başbakan Davutoğlu, kabine seçiminde, buna özen göstermiş görünüyor.
Eskilerle yenilerin uyumlu harmanıyla oluşan yeni Bakanlar Kurulu listesiyle birlikte, bir spekülasyon da sona ermiş oldu:
Malum, Erdoğan’la Davutoğlu’nun ekonomi yönetimi konusunda anlaşmazlık yaşadıkları (Davutoğlu’nun ekonomiyi Ali Babacan’a teslim etmek istediği, Erdoğan’ın ise buna karşı çıktığı ve Berat Albayrak’ı öne sürdüğü) söyleniyordu.
Bütün bunlar söylentide kaldı.
Berat Albayrak bizzat Davutoğlu’nun isteğiyle kabineye girdi ama ekonominin yönetimi başka bir isme bırakıldı. Bu yönüyle bakıldığında, herhangi bir çekişme yaşanmadığı ve inisiyatifin Başbakan Davutoğlu’na bırakıldığı görülüyor.
İlk cümlemi tekrarlayarak bitireyim:
Eski ve yeni isimlerle birlikte, “senkron tutturacak” dengeli, deneyimli ve güçlü bir kabine oluştu.
Memlekete hayırlı olsun.
Pensilvanya’nın yeni gözdesi
Bana ne... Esasında konu beni ilgilendirmiyor. Kendi meselelerini, kendileri çözsünler... Daha doğrusu, yesinler birbirlerini... Ola ki, konuyu vuzuha kavuşturacak bazı ipuçları yakalarız.
Can Dündar’dan ve güdümündeki gazeteden (o gazetenin “icat edilmiş” yazarlarından) söz ediyorum.
İddia, dilden dile dolaşıyordu.
Romantik isyankâr Can Dündar’ın, 90 yıllık Cumhuriyet gazetesini, Pensilvanya’nın yörüngesine soktuğu söyleniyordu. Bu iddiayı destekleyecek mebzul miktar kanıt öne sürülüyordu.
Önceki gün, Oray Eğin yazdı.
Kendince gerekçelerini sıraladı.
Bir şeyler olmuştu Cumhuriyet gazetesine... Ve olmaya devam ediyordu... Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarına kafadan karşı çıkan, bu soruşturmalardan dolayı cemaati suçlayan gazete ani bir karar değişikliğiyle, suçlamanın odağına yerleştirdiği cemaatle iyi ilişkiler tesis etmeye başlamıştı.
Denilebilirse, iyi ilişkilerin de ötesine geçmiş, adeta cemaatin sözcülüğüne soyunmuştu.
Bunun nedenini merak ediyordu Oray Eğin.
Bunu ben de çok merak ettim.
Bu merakım çerçevesinde bazı sorular sordum ama tatmin edici cevaplar alamadım.
Dün, gazetenin, cemaatle niza halinde bulunan yazarı Hikmet Çetinkaya’nın, Oray Eğin’e verdiği cevabı okudum... “Cemaatle niza halinde bulunan” ifadesini rasgele seçmedim... Çünkü Fethullah Gülen hareketine yönelik en sert, en yakıcı, hatta en etkili eleştiriler Hikmet Çetinkaya’dan gelmişti. Konu hakkında kitaplar yazmıştı. Sürekli bir tehlikeye dikkat çekmişti. Gazetesindeki bu “görülebilir” yön değişikliğine en ciddi itiraz ondan gelebilirdi.
Doğrusunu söylemem gerekirse, sukut-u hayale uğradım.
Hikmet Çetinkaya bir şey söylemiyordu.
Daha doğrusu, suçlamaları geçiştiriyordu.
Efendim, Sözcü gazetesi hakkında da aynı iddiada bulunulmuş... Buna inanmamız mı gerekirmiş!
Elimde, Hikmet Çetinkaya’yı ikna edecek herhangi bir kanıt bulunmuyor. İnanmamayı seçen bir insana ne anlatsanız boş...
Bir tek sorunun cevabını merak ediyorum.
Hikmet Çetinkaya, güne, neredeyse Fethullah Gülen’le başlardı.
İki yazısından biri, “cemaatin kötülükleri”yle ilgiliydi.
Kaç yıldır ondan böyle, bol “atarlı” ve bol “giderli” yazılar okuyamıyoruz. Denilebilirse, “manidar bir suskunluğa” bürünmüş durumda.
Neden?
Kimin (hangi “oluşum”un) yörüngesine girdiklerini, bu soruya vereceği cevap belirleyecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.