Bu gazetecilikte problem görmüyor musunuz?
Hoşlanmayız... Bir meslektaşımız suçlandığında ve Can Dündar örneğinde olduğu gibi tutuklandığında, rahatsız oluruz... “Meslek dayanışması”, hemen her alanda olduğu gibi, burada da kendini gösterir. Bunu yanlış bulabilirsiniz ama böyledir...
Nedim Şener, Ahmet Şık ve Oda TV çalışanları tutuklandığında da rahatsız olmuştuk.
Kendi adıma, rahatsız olmuştum... Darbelerle mücadeleyi destekleyen bir mensubu olarak, o tutuklamalar canımı sıkmıştı. Bunu kaç kez yazdım. Televizyon programlarında kaç kez dile getirdim...
Hep şunu söyledim:
Evet, o gazetecilerin gazeteciliklerinde problem görüyorum.
Hususen Oda TV çalışanlarının gazeteciliklerinde...
Soner Yalçın’ın “çabalamalarını” hiçbir zaman “gazetecilik” gibi görmedim.
Fakat ne olursa olsun, tutuklanmalarını da içime sindiremedim.
Hep bunu yazdım ve problemli gördüğüm gazeteciliklerin teşrih masasına yatırılması gerektiğini savundum.
Bu tartışmayı, güncel “darbelerle mücadele soruşturması” çerçevesinde de yapabilirdik. O gazetecilerin mağduriyeti bu tartışmayı başlatmaktan alıkoymamalıydı bizi. Çünkü tutuklanan meslektaşlarımızın bir bölümü, ordu müdahalesini “meşru” gören haberler yapıyorlardı. Bu “gazetecilik anlayışını” hem tartışmalı, hem de mahkûm etmeliydik.
Hâlâ aynı görüşteyim.
Önceki gün, Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara temsilcisi Erdem Gül tutuklandılar.
Bundan hoşlanmayabilirsiniz.
Benim de hoşlandığım söylenemez...
Eylemlerinin, “tutuklama” gerektirecek ağır bir cürüm olduğunu bildiğim halde hoşlanmadım... Bu tutumumu yanlış bulanlar, ülkeye ihanet etmiş gazetecilerle dayanışmanın “haksız ve mesnetsiz bir dayanışma” olduğunu söyleyenler, dolayısıyla bu tutumunu eleştirenler çıkabilir. Çıksın. İtiraz
etmem.
Fakat bu demek değildir ki, Can Dündar’ın gazeteciliğinde problem görmüyorum.
Dibine kadar problemlidir. (Gezi sürecindeki “çabalamalarını” hatırlayalım. Dünyanın en kötü, en çirkin, en rezil, en provokatif gazeteciliğini yaptı... Yalanlar söyledi... Haksız ithamlarda bulundu... Bir gazeteci gibi değil, ülkeyi ateşe sürükleyen bir militan gibiydi. Üstelik kötü kalpli bir adamdı...)
Dün de, dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım:
Devletin “gizliliğine” sızmak suçtur.
Devlet operasyonlarını faş etmek suçtur.
Hakkında yayın yasağı bulunan konuları kamuoyu önünde tartışmak ve milli güvenliği ilgilendiren meselelerde “gizlilik” kararını ihlal etmek suçtur.
Bunu ben söylemiyorum... Yasa söylüyor.
Can Dündar hem deneyimli, hem de bir gizli servis mensubunun oğlu olması hasebiyle “içeri”den bakabilen bir gazetecidir. Milli güvenlikle ilgili meselelerde “gizlilik” kararının neye istinat ettiğini, bu kararların ihlali durumunda hangi bedellerin ödeneceğini bilir.
Dolayısıyla, niçin suçlandığını da bilir...
Ha, Can Dündar’a tutuklama getiren yasayı beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, devlet operasyonlarında “şeffaflık” arayabilirsiniz.
Bir düşüncedir bu.
Bu düşünce doğrultusunda haberler yapabilirsiniz, kamuoyu oluşturabilirsiniz, siyasi partileri harekete geçirebilirsiniz... Ama cari olduğu sürece, yürürlükteki yasaya uymak, yasanın suç saydığı eylemlerden kaçırmak zorundasınız.
Herkes de biliyor ki, “kirli gazeteciliği” temellük etmiş Can Dündar’ın amacı gazetecilik yapmak değil, ortaya birtakım “kullanışlı malzemeler” çıkarmaktı; “Türkiye DAEŞ’e silah gönderiyor” gibi...
Darbe heveslilerinin iki yıldır üzerinde tepindiği “Türkiye DAEŞ’e silah gönderiyor” malzemesi üzerinde, şimdi savaş noktasına geldiğimiz Rusya tepiniyor.
Bedelsiz mi kalmalıydı bu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.