Korkma ve titreme, kuşatma yarılacak..
Tarih nasıl da yakaladı bizi. Osmanlı mirası nasıl da yeniden omuzlarımıza yüklendi? Anadolu'nun kaderi, Suriye'nin kaderi, Kafkasların kaderi nasıl da yeniden önümüze kondu.
Etnik haritamız, kardeşlik haritamız, düşmanlık haritamız, bizim haritamız, başkalarının haritası nasıl da birbirine karıştı, nasıl da birbiriyle çarpışır oldu.
Cumhuriyet döneminin nesli, neredeyse yüz yıldır Osmanlı siyasi kültürünü silme projesi içinde yetişen nesil, nasıl da yüzlerce yıllık o kültüre sahip çıkmak, sırtını ona dayamak, o kimlikle kendine ve coğrafyasına bakmak, o kimlikle ayakta kalmak zorunda kaldı.
Süveyş Kanalı'ndan Afganistan'a kadar neredeyse bütün dünyaya direnmeye çalışan Osmanlı'nın son nesli ile aramızdaki zaman nasıl da bir anda kapandı, bunca yıl nasıl da bu kadar kısa zamanda ortadan kalktı, ellerimiz nasıl da onların eliyle birleşti.
Yüz yıl sonra aynı sözleri söylüyoruz
O Teşkilat-ı Mahsusa'nın, bir çöküş dönemini durdurmaya çalışan yürekli insanlarının kendi aralarında yaptıkları konuşmalarla, bölge ve dünya değerlendirmeleriyle bugün bizim konuşmalarımızın, değerlendirmelerimizin nasıl da aynı cümlelerden oluştuğunugörmüyor musunuz?
Aynı sorunlar, aynı krizler, aynı ihanetler, aynı kaygılar, aynı idealler, aynı mücadele azmi.. Paramparça edilen bir coğrafyanın çocuklarının, Birinci Dünya Savaşı sonları yaklaşırken Japonya'dan Rusya'ya, Avrupa ülkelerinin coğrafyamıza yönelen istila harekatından bölge insanının neler yapabileceğine dair analiz seviyelerine bugün daha yeni yeni ulaşabildik.
Daha az bildiğimizden değil, kendimizi yeni bulduğumuzdan, zihinlerimizi yeni arındırdığımızdan onlara ancak bugün ulaşabildik. Bu aşamadan sonra yüz yıl önce yaşamışlığımızla, yüz yıl sonra yaşamışlığımız arasında ne fark kaldı?
Yavuz'u anlamak, Suriye'yi anlamak
İşte bu yüzden, bugünü anlamak istiyorsanız;
Yavuz'u yeniden okumak, Çaldıran'a yeniden bakmak, Çanakkale'de neyin mücadelesini verdiğimizi, hangi şehirlerin, ülkelerin savunulduğunu iyi incelemek zorundasınız. Rusların nedenHarşit nehrine kadar nasıl gelebildiğine, bizim neden Atlantik eksenine mahkum olduğumuza, bir yüz yıl Anadolu'ya hapsolmuş biçimde neden suskunlaştığımıza dikkat etmek zorundasınız.
Suriye'nin nasıl bir bölgesel savaşın habercisi olduğunuanlamak istiyorsanız, Rusya ile neden karşı karşıya kaldığımızı anlamak istiyorsanız, İran'ın neden doğrudan Türkiye ile adı konulmamış bir savaşa giriştiğini kavramak istiyorsanız, yüzlerce yıldır aynı sokakta yaşayan insanların nasıl birbirini boğazlarhale getirildiğini bilmek istiyorsanız, coğrafyanın neden ikinci kez paramparça edilmek istendiğini anlamak istiyorsanız işte o tarihle yüzleşmek zorundasınız.
O tarihin her sayfasını dikkatle okumak, bugüne taşımak, bugün durmamız gereken yeri belirlemek zorundasınız. Başka türlü bugün olan hiçbir şeyi anlayamayacaksınız.
Türkiye kuşatma altında, susmayın
Bağdat'tan yükselen Türkiye karşıtı sözlerin neden Tahran'da yazıldığını, Türkiye'nin neden Musul'da var olmak zorunda olduğunu, Türkmendağı'nda neden bu kadar amansız mücadele edildiğini, “iç işgalci”lerin sesinin neden bu dönemde bu kadar yüksek çıktığını, Türkiye'yi çevrelemeye çalışanların nedenBarzani'yi de tasfiye etmeye giriştiğini, Suriye'de camileri yakanların neden Türkiye'de de camilere savaş açtığını, Suriye'de uçak düşürülünce sesinin neden Kafkaslarda yankılandığınıanlamak için o tarih sayfalarını yutmalısınız.
Evet, Osmanlı'dan bu yana ilk kez Türkiye böylesine kuşatma altına alınıyor. Tam anlamıyla çevreleniyor. Kuzey'den, Doğu'dan ve sıcak çatışma alanı olarak Güney'den sıkıştırılıyor. Üstelik bu ilk kez bölge ülkeleri üzerinden yapılıyor. İstila önce örgütler üzerinden yürütüldü şimdi devletler üzerinden yürütülüyor.
Böyle bir dönemde bize sesinizi kısın diyorlar. Suskun kalalım, ağırbaşlı olalım, herkesle iyi geçinelim, savunmada kalalım, sınırlarımızın dışına boynumuzu uzatmayalım diyorlar. Ortadoğu'dan bize ne, Suriye'den bize ne diyenler hep birlikle Putin'in Türkiye'yi hedef alan “nükleer silah kullanabiliriz” tehditlerini alkışlıyor.
Bir işgal sloganı:”Kork ve titre”
Gezi terörü üzerinden hükümet devirmeye çalışırken de susmamızı istediler. Verilen “mesajı anlayın yeter” dediler. 17 Aralık darbe girişimi sırasında da teslim olmamızı istediler. Yalanlara, dolanlara. Kumpaslara inanmamızı istediler. Sokak terörünü, Türkiye'ye yönelik bir dış istihbarat müdahalesine teslim olmamızı istediler.
Hedefleri belliydi. Türkiye'yi yüz yıl sonra bir kez daha vesayet altına alacaklar, yeniden garnizon ülkeye çevireceklerdi.
Kısmamızı istedikleri ses, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kıstıkları sesimizdi. O ses Yavuz'un, Selahattin'in, Kılıçarslan'ın, Abdülhamit'in sesiydi. Coğrafyayı coğrafya yapan adamların sesiydi.
İstiklal Marşımızın ilk kelimesi “Korkma” olmasına rağmen bize “kork ve titre” dediler. İstiklal mücadelemizin “Korkma” sloganını yeni işgal girişiminin sloganı haline getirdiler ve“kork ve titre” diye bizi sindirmek istediler. Bu slogan bile aslında bağımsızlığa karşı atılan bir kurşundu. Şimdi kendileri kaçtı, vesayetçi efendilerine sığındılar. Birer Gurka gibi telef olup gittiler!
Tarih yapıcıların yanında durmak!
Gezi olayları başladığında manzarayı görmüştük. Bu bir işgal girişimiydi. Yerli olanı yok etme müdahalesiydi. Selçuklu'dan bu yana devam eden kurucu unsuru tasfiye etme savaşıydı.
O zaman anladık ki, artık ne gazeteciydik, ne siyasetçi, ne bürokrat ne de işadamı. O günden bu yana “acımasız direniş” safında yer tuttuk. Mesele vatandı, tarihti, kimlikti.
Tarih yapıcılar, kurucu iradeyi temsil edenler, o yüzyıllara dayanan kimliğin savunucuları hedef alınıyor, yok edilmek isteniyordu. “Kork ve titre” diyerek dizlerinin bağını çözmek istediler. O tarih yapıcı liderlik, kadro yok edilecek, o ana damarı besleyen kesimler tasfiye edilecek, milletimiz bir yüz yıl daha uyutulacaktı.
İşte o an “acımasız direniş” yeniden keşfedildi. O acımasız direniş Türkiye'yi kurtardı. Aynı acımasız direniş bugün coğrafyanın sorumluluğunu hissediyor.
Direnç haritamızı yeniden çizmek
Korkanlar gitsin, biz onların safında yer almayacağız. Yüz yıl önce Ortadoğu'nun çöllerinde İngilizlere, Fransızlara karşı verilen mücadele neyse bugün coğrafya için aynı mücadele verilecek, veriliyor.Türkiye'ye yönelen bu kuşatma yarılacak. Asla kimlik kavgasına düşmeden, mezhep krizlerine yuvarlanmadan Haçlı Savaşları'na hangi ruhla direnmişsek, aynı ruhla direnmeye devam edeceğiz.
Yüz yıl önce coğrafyamız nasıl karışmışsa bugün de öyle karışmış halde.Tehlike çok büyük. Bu yüzden direnç haritamızı yeniden çizmek zorundayız. Olağanüstü şartlara hazırlık için ertelenebilecek hiçbir şey yoktur. Tarihsel kırılmanın en kafa karıştırıcı dönemini yaşıyoruz. Bu aslında bir buhran dönemi.
Coğrafyaya nefesini vermek
Gün, Kılıçarslan'ın, Yavuz'un, Selahattin'in dilini konuşma zamanıdır. Başka bir dil ile böyle bir fırtınadan kurtulma şansımız olmayacaktır. Bu yüzden yeni Yavuz'lar, yeni Selahaddin'ler, Kılıçarslanlar çıkacaktır.
Tarih yapıcıların yanında kenetlenin. Asla tereddüt etmeyin, yılmayın. Diliniz sürçmesin, dizleriniz titremesin. Türkiye bu büyük kuşatmayı yaracak, bütün coğrafyaya nefesini verecektir. Sınırlarının çok çok ötesinde ortaklarla yaracaktır hem de. Bundan hiç şüpheniz olmasın.
Korkmayın ve titremeyin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.