Nureddin Topçu’yu Hatırlamalı mıyız?
Var olmak, düşünmek ve hareket etmek demektir. Hareketten önce hürriyeti var kılacak bir hadise mevcut değildir... Var olmak, gerçek mânasıyla var olmak, hareketiyle düşüncesini sonsuzluğa istinad ettirmek demektir ve böylelikle kendi varlığını sonsuzlukta aramak demektir.”
40 yıl önce ebedî âleme göçen büyük düşünürümüz, kelimenin gerçek manasıyla filozofumuz, Nureddin Topçu’nun cümleleriyle başladık. Bu büyük mütefekkirimiz düşünmeyi unutma, tefekkürden kaçış devrimizde fazla bilinen, tanınan bir isim değil. Sağlığında fazla tanınmak istemedi. Faydacılıktan, halka oynamaktan, kazanmaktan, yakın hedefleri ele geçirmekten uzak durdu, hatta bunları kişilik zaafı olarak gördü. Muvaffakiyetin değil, hareketin sırrını aradı, gerçek kurtuluşun kurtarışta olduğunu söyledi. Doğru bildiğini her şeyin rağmına ifade etmekten kaçınmadı.
Hareketlerine, yazdıklarında hiçbir mübalağa, rol, artistlik katmadı. Drama illüzyona başvurmadı. Cezbedici değildi, kendi önemini anlatmazdı...
Cumhuriyetten sonra Avrupa’ya tahsile gönderilen 2. gruptandı. 1928-1934 yıllarında yüksek tahsilini ve doktorasını yaptı. Sorbon’da ilk doktora tezi yapan Türk olarak bilinir. Conformisme et révolte/Uysallık ve İsyan çok başarılı bir doktora tezi olmasına ve Darülfünun’u kapatmış Üniversite’yi açmış Türkiye’de ihtiyaca rağmen üniversiteye alınmadı.
Lise öğretmeni olarak hizmet etti, ömrünü muallim olarak tamamladı.
Batıda okudu, batının ilim zihniyetini takdir etti, fakat batı hayranı olmadı. 1939 yılı şubatında yayınladığı Hareket dergisinin ilk sayısında Avrupa’nın yeni bir rönesans yapmak iktidarında olmadığını yazdı.
20. asrın milliyet Avrupasını yaşatan kuvvetlerin başında gelen büyük sanayiin hakimiyeti zümre istibdadını hazırladı ki onun arka planında 19. asrın idelasiz müsbet ilimciliği vardı. “Müsbet ilim, ruhî ve ahlâkî kıymetlerle insanlık içinde bir rönesans yaratacak yerde Avrupa milletlerinin insanlığı gittikçe daha mükemmel ve teminatlı bir şekilde istismar edebilmeleri için arzın hammaddeleri üzerindeki sarsılmaz saltanatını temin etti… Avrupalılık zihniyetinin bütün insanlığa bir kıymet hâlinde yayılmış olması bu kıt’ada rönesansı imkânsız bırakmaktadır. Çünkü Avrupa içinde doğacak bir rönesansın ilk önce bu üstünlüğü ortadan kaldırması, sade Avrupalılığa mahsus olmayan, belki insanî olan kıymetler yaratması lâzımdır. Halbuki Avrupa’da böyle bir rönesansa, yani milliyetin üstünde yaşayıp, ona hakikat kıymeti verdirecek insanî kıymetler yaratmaya doğru bir hareket göze çarpmıyor.”
Topçu bu yazıda batı sistemini anlatırken, aslında içeride aşırı ölçüde yüceltilmiş olan batılı değerleri eleştirir. “Müsbet ilim”i tek gerçek “mürşit” olarak ilan eden pozitivist yöneticilere, bel bağladıkları zihniyetin temelden çürük olduğunu ve sömürgeciliğe hizmet ettiğini bildirir. “En hakiki mürşit” olarak bağlanmamız emredilen “müsbet ilim”in rol ve fonksiyonu hakkında en azından tereddüt uyandıran bu sözlerden sonra Topçu, Avrupa’nın yapamayacağı rönesansı, bizim yapabileceğimizi şöyle ifade eder:
“Avrupa medeniyetinin içine girmiş olan ve Avrupa haritasının dışında bulunan bizim gibi bir millet asrımızın rönesansını kendinden bekleyebilir. Bu rönesansı yapmamızı mümkün kılan en esaslı şart Avrupa haritası dışında, Avrupalılık hırsına ve hodgâmlığına bürünmekten uzak kalmamızdır. Yaratılacak kıymetleri şu veya bu milletin tarihinden değil, hakikatin hazinesinden alabilmek hürriyetini kazanabiliriz.”
Nureddin Topçu, Cumhuriyet devrimlerinin meydana getirdiği kafa karışıklığını ve zihin hasarını giderme yolunda kalıcı tesirler uyandırdı. Vatan kavramını tarihle birleştirerek millete varmak için Anadolu’yu İslâm’a açan Malazgirt zaferini başlangıç olarak aldı. “Bin yıllık tarih” kavramı ile Cumhuriyetin İslâm öncesini esas olan tarih tezine ve Turancılığın belirsiz vatan kavramına karşı güçlü bir tez ortaya koydu.
Tek parti erkânının yok saydığı Birinci Meclis’in kahramanlarından Hüseyin Avni Ulaş’ı öne çıkarması da bu yöndeki çabalarındandır. Cumhuriyetten sonra ülkesinde yaşama ortamı kalmadığından hayatının son dönemini Mısır’da geçiren İstiklâl Marşı şairi Mehmed Âkif üzerinde ısrarı, 20. yüzyılda imal edilmiş “ata” kültüne karşılık, bir dönüm noktası olarak İstanbul’un fethini ve Fatih’ini öne çıkarmadaki kararlılığı bugün de tesirleri devam eden müşterek bir fikir zemini oluşturmuştur.
Siyaset dışında geniş bir alanda gençliğin yetiştirilmesi, ahlâkî kıymetlerin yerleştirilmesi, bizi biz yapan değerlerle ilim ve hakikat aşkının kazandıracağı bir idealizmin ortaya çıkması için gösterişsiz ve nümayişiz bir “muallim” ve fikir işçisi olarak çalıştı.
Büyük düşünürümüz 18-20 Aralık’ta İstanbul’da şahsen tanıyanlarla birlikte Topçu üzerine çalışan akademisyenlerin katılımı ile anılacak. Üç günlük bilgi şöleninde Topçu’nun hayatı, düşüncesi, felsefesi, tesirleri, edebi yönü ile ilgili bildiriler sunulacak. (Program, 1. Gün Yenikapı Mevlevihanesi’nde, 2. ve 3. günler Türkiye Yazarlar Birliği’nin Sultanahmet’teki Kültür Merkezi’nde icra edilecek)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.