Duygusal kopuş üretmek
Evet, “üretmek”ten söz ediyorum. Öteden beri hep, “Kürtlerde duygusal kopuş” diye bir gündem vardır.
Uludere’den öyle bir şey çıkarılmak istendi. Bir hayli de yol alındı. Oradaki can kaybı ve giderilemeyen sisli ortam, böyle bir duygu zemini üretilmesi açısından uygundu.
Sonra Kobani, duygusal travma üretimi için kullanıldı. Mesele Kürt kamuoyuna şöyle sunuldu: “Orada Kürtlerin savaşı veriliyordu ve Türkiye’yi yönetenler onların mücadelesini desteklemek yerine yenilmelerini istemişlerdi.” Hedef Ak Parti idi. Mesela “Kürt lider” olarak Barzani’nin PYD karşısındaki tavrı vs. gözardı edildi. Ona yönelik bir “duygusal kopuş” temasından söz edilmedi. Hedef Ak parti idi çünkü Ak Parti’nin Kürtler nezdindeki itibarının yaralanması gerekiyordu. Oradan “Türkiye’den kopuş” fikrine geçilecek, oradan da “Ayrı yapılanma” hesapları devreye sokulacaktı.
7 Haziran’da bu politikanın sonuçları alındı ve Ak Parti çok dramatik bir “Kürt oyu” kaybına uğradı. Bu, Türkiye açısından da dramatik bir durumdu.
Örgütün dağ ayağı, gelinen durumun içinden “Özyönetim” vazifesi çıkardı. Sivil yerleşim alanlarında belirli bir silah yığınağı yapılmıştı ve hesaba göre halkın desteği ile bu süreçten bir bölge hakimiyeti çıkarılabilirdi! Pilot ilçelerde özyönetim ilan edildi, hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu ve “Devlet buraya giremez” anonsu yapıldı.
Biliyorlardı ki devlet oraya girmemezlik edemezdi. Hesap şuydu: Devlet oraya girmek ister, çatışmalar çıkar, halktan ciddi kayıplar olur, böylece tüm bölgeyi kapsayan bir ayrışmanın temelleri atılırdı.
Siyaset kanadı önce bu durumda nasıl hareket etmesi gerektiğini kestiremedi. “Türkiyelileşme”den yola çıkıldıktan sonra bu neyin nesi idi? Yapılanlar bölge dışındaki insanlara nasıl anlatılacaktı?
Bu arada devlet, tabii ki “Madem istediniz buralar sizin olsun” demedi. Diyarbakır İstanbul’du, İstanbul Diyarbakır... Kimse ülkenin şurasına burasına el koyup “kafasına esen yönetimi” kuramazdı. Devlet meseleye el koydu; bu bela defedilecekti, üstelik 90’ların yanlışına düşmeden: Halk kesinlikle korunacak, örgüt adeta ayıklanacaktı. Mahalle mahalle sokağa çıkma kararları ve adım adım ilerleyen operasyon bu hassasiyeti içeriyordu.
Şu sıralar terör örgütü ve HDP kadroları fevkalade sıkışmış durumdalar. Bir olay arıyorlar, bekliyorlar, belki üretmek istiyorlar: Hani o duygusal kopuşa zemin hazırlayacak bir olay. Halkı güvenlik güçlerinin önüne sürmeye, oradan ölümler çıkarmaya ve onun etrafında dramatik söylemler üretmeye çalışıyorlar.
Bir takım yanlışlıklar oldu. Duvarlara bazı sloganlar yazıldı, bazı marşlar söylendi vs.
Tepki gösterdik ve devlet de anında tavır koydu.
Şu anda gerçekten devletin çok ciddi bir duyarlılığı var. Dün Ömer Çelik’in Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a söyledikleri bu duyarlılığın yansıması. Şunları söylüyor Çelik:
“Vatandaşı incitecek şekilde marşlar çalınması, sloganlar yazılması; bunların hepsi gayri meşrudur. Vatandaşı incitecek ifadeler kullanılması, o güvenlik güçlerimizin demokrasi içerisindeki mücadelesini lekeleyen bir şeydir. Yapılan toplantılarda “bizim meşruiyetimize karşı bir gölge düşüyorsa buna karşı gereğinin acilen yapılması konusunda biz mutabıkız dediklerini” biliyoruz biz. Teröristse terörist, öldükten sonra kimse cesedine saygısızlık yapamaz. O yazılan sloganlar, hepsini reddediyoruz. Devletin yürüttüğü güvenlik mücadelesini belli bir grubun, hizbin sloganlarıyla ifade etmesi şeklinde hiçbir güvenlik görevlisine müsamaha göstermeyiz.”
Bu tavır çok önemli.
“Duygusal kopuş”un davayı kaybetmekle eş anlamlı olduğu unutulmamalı.
Bugün şu söylenebilir ki asıl duygusal kopuş, son hendek ve barikat uygulaması yüzünden Kürt toplumu ile örgüt arasında yaşanmaktadır. Kürt toplumu, örgütün nasıl bir despotik düzen peşinde olduğunu görmüştür. Bence şu anda HDP’nin yaşadığı sancı, bu duygusal kopuşun ürettiği panikle alakalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.